Karaman'da Ramazan Sohbetleri (15)

TAKİP ET

 'Ruhu doyanın karnı zaten doyar' der büyüklerimiz… On bir ayın sultanı Ramazan ayı birazda iç dünyamızda hasbıhal ayıdır. Bu ramazan ayında birbirinden değerli konuklarımızla ruhumuzu doyuracak sohbetler ile Karaman'da eski ramazan geleneklerine birlikte ışık tutacağız.

Varlık âleminde her şeyin bir kalbi vardır. Senenin kalbi de ramazandır. Ramazan hatıraları yüzümüzde hep tatlı bir tebessüm... Ramazan ayı bir dingin mevsim, en çok da kalbin orucu! Birlikte iyileşmenin yollarından biri...

İstedik ki ramazan sohbetleri; hem bizleri iyileştirsin, hem de ruhumuza iyi gelsin.

Karaman’da Ramazan gelenek ve göreneklerimizi birlikte kayıt altına alacağımız konuklarımız bakalım ne Ramazan hikâyeleri anlatacak?

Ramazanın gelişini bize ne hatırlatır? Çocukluğumuzun ramazanları nasıldı? Konuklarımızla birlikte Karaman’daki Ramazan hatıralarımıza birlikte ışık tutmaya devam ediyoruz.

Bugün ki konuğumuz, Eğitimci, Yazar, aynı zamanda Gazetemiz Yazarı Sayın Osman Nuri KOÇAK.

Osman Nuri Koçak Ramazan ile ilgili düşüncelerini ‘Uyanış Ramazan sohbetlerine’ anlattı.

**

“Ramazan, hızına yetişemediğimiz için renklerine vakıf olamadığımız yaşamın renklerini gözlemleme fırsatıdır. 
Yaşamı flulaştıran süratimizden, doymak bilmeyen hırslarımızdan hesap sormak için bir nefes molasıdır.
Ramazan ferahlamadır.
Yaşamı yavaşlatmak, tıpkı lokmayı çiğnemeyi yavaşlatarak yediklerimizin hazzına daha çok varmamız gibi onun gerçek tadını almak için bir fırsat yaratmaktır. 
Ramazan, kaburgaları bir birine yapışmış ve size doğru gelirken tekme mesafesinden kendisini uzak tutmaya çalışan sokak köpeğini fark edebilmemiz için bir tebliğdir.
Bir şehirde, bir mahallede, bir apartmanda ama daha da ötesi bir toplumda yaşadığımızın ayırdına varmaktır. Kapı bir komşumuzun neye benzediğini anlama zamanıdır. 
Ramazan, yatağı kendisine diken olmuş “Ya Rab! Ya derman ya da ölüme ferman” diyenleri fark etme zamanıdır.
Sağlık içinde nefes alabilmenin ne büyük bir nimet olduğunu anlama zamanıdır.
Yediklerimizin, içtiklerimizin ve dahi tüm tükettiklerimizin toplumsal sağlamasını yapabilme fırsatıdır. İnsanın, komşusu aç yatarken kendi karnının da doymadığını hissetme zamanıdır.
Yalnızlığın etrafımıza ördüğü uğursuz bir duvarın yer ile yeksan olmasına vesile oluşturma çabasıdır. 
Ramazan, sağlıklı bir ailemiz olmasının ne büyük bir zenginlik olduğunu öğrenme zamanıdır.
Ramazan yaradılanın, yaratılış gerekçelerini hatırlama zamanıdır. 
Velhasıl Ramazan insan olduğumuzu hatırlama zamanıdır.

Ramazan ve düşünme seyri.

Maneviyat insanın iç dünyasının bir aktivitesidir. Felsefedir. Her ne kadar her manevi akımda görülen en büyük sakatlık, inancın felsefeden yani düşünceden koparılması ve itaati esas almasıdır.

Kime itaat sorusunun ise yüzlerce cevabı vardır.

İtaatin kurallarının da öyle.

Hâlbuki inanç da, felsefe de bir iç dünya faaliyetidir ve sürekli olarak sorgulamaya açık olmalıdırlar.

Sorgulamadan, yani akıl süzgecinden geçirmek size ters geliyorsa, ya inandığınız değerlere yeterli güveniniz yoktur, ya o değerleri yeterince bilmiyorsunuz ya da o değerleri karmaşıklaştırarak anlaşılmaz hale getirip onları, sözde anlayanların vesayetine havale etmek istiyorsunuz demektir.

Bu anlayan veya bilen mürşit, aklın yolunu kapatmazsa, Tanrı ile aranızda arabuluculuk rolünü ifa edemez. 

İnandığımız değerlerin bu kadar parçalı ve bir birlerine karşı hoş görüsüz olmalarının tek nedeni, bu din tüccarlarının ellerindeki güçleri kaybetmelerinden korkmalarının sonucudur.

Teneffüs etmeye başladığımız bu kutsal günlerin adını bile Ramazan Ayı yerine, aynı anlama gelen ama Türkçe olmayan Şehri Ramazan diyenler, durup bir sorgulama yapmazlar. Öyle nitelemekle daha kutsal bir iş yaptıklarını sanırlar.

Bence Ramazan ayı, birinci sorunuzda anlatmaya çalıştığım bütünsel bir çabanın vesilesi olması açısından çok değerlidir. Burada esas olan takvimdeki bir ay değildir. Ay aynı aydır. Ancak İslâm dünyasının ona yüklediği anlam açısından ayrı lafzedilir.

O çabalara ek olarak da yaşamın göreceli olarak yavaşladığı ve mistik hale geldiği bu zamanları kendimizi keşfetmenin bir olanağı olarak değerlendirmek gerek.

Nasıl olacak bu?

Kendimize sorular sorarak.

Bu güne kadar, “böyle sorular imanı zayıflatır, senin nene gerek, denileni yap yeter. Kıl beşi kurtar başı. Oruç tut, namaz kıl, hacca git, zekât ver ve kelimei-i şahadet getir ve bolca zikir et yeter.” Denilenlerden biraz uzağa kaç ve kendine sorulmaz denilen her şeyi sor.

İnsanı, doğayı, hayvanı, yaşamı, ölümü bir de senin terazine tart, ölç, biç bakalım.

Yavaşlamazsan buna olanağın olmaz. İçin istemezse de olmaz.

İşte Ramazan bende bu isteği artırır.

Tüm ibadetler değerlidir. Elbette hepsi yapılacaktır. Ama onlara akıl terazisi ile değer biçmek hızlı yaşamın Tanrı ile aramıza ördüğü duvarı kolayca ve mürşitlere gerek olmadan aracısız bir biçimde yıkmamıza etken olur.

Çocukluğumuzdaki anılar.

İlk Kuran kursuna gitmem ilkokuldan öncedir.

 Rahmetli babam, kurstaki eksikleri tamamladığı için okumayı çok çabuk öğrenmiştim. Kendime göre de değme hafızlarla yarışacak bir sesim ve makamım olduğunu düşünürdüm. Çünkü herkes bu halimi övünce ister istemez kendinizi ayrıcalıklı görmeye başlıyorsunuz.

1950 li yılların ilk onu içinde bir Ramazan ayının ilk teravihi kılınacaktı. Kuran hocam da o namazı kıldıracak olan imamdı.

Babamın elimden tutarak camiye girdiğimizi görünce hemen konuşmasını kesti ve bize el etti. Babam her zaman beni bırakır öne geçer, ben de arkalarda uygun bir yere otururdum. Gene öyle yaptık.

Hoca, “Hayır Mehmet Ağa Osman Nuri’ yi de getir buraya!” deyince elim ayağım buz kesti.  Babam durumu anladı galiba, elimden tutarak beni öne götürdü.

Hoca ayağa kalktı ve elimden tutu, cemaate doğru dönerek, “ağalar! Araya iki dakikalık bir merasim sıkıştıralım mı?” dedi.

Beni öven birkaç kelam ettikten sonra kısa bir sure okumamın ve bunu tecvitli yapmamı istedi. Özel bir tecvit dersi falan almazdık. Ben olçumlanırdım işte. Çok küçük yaşlarda babamın da teşviki ile bağıra çağıra türkü söylemeye çalışırdım. Benim makam bilgim de onlarla sınırlıydı.

Öyle başladım ve öyle bitirdim. Tüm cemaat yüksek sesle beni kutladı. Önden arkaya giderken giydiğim zubunun cebine sürekli eller girip çıkarak bir şeyler bırakıyordu. Bir avuç bozuk param olmuştu.

Ne zaman Ramazan gelse bu anı hatırlarım.

Kaliteli ve lezzetli yemekleri severim.

Lâkin, bu sahada hüküm oluşturacak bilgiye sahip değilim.

İnsanları doyuran ve buna haz katan tüm anaların elinden çıkan aş değerlidir. O nedenle de aştan ziyade ana gelir aklıma.

Bir de aşçılığı ekmek kapısı olarak yapan tüm lezzet ustaları gelir.

Dilerim, kendi iç dünyamıza yolculuk konusu bu Ramazan’ da daha öne çıkar. “Otuz günde Kuranı hatmettim” demek çok güzel. Ama hatmettin de ne öğrendin? Sorusu daha da güzel değil mi?

Dünya barış ve huzur içinde yaşasın ve Ramazanlar bunlara vesile olsun.

HABER/Röportaj: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK