SON VEDA
Yunus TURAN
Kendinizi ilk yalnız hissettiğiniz zamanı hatırlar mısınız?
Konya deyince aklıma gelen Mevlana şekeri, hediyelik eşya satılan yerlerin kokusu ve Konya simididir...
Çocukken Konya'ya gidenler olduğunda onlardan simit getirmelerini beklerdik. Mevlana şekeri ve bir de madalyon... Pantolonun kemer askısına asıp artistlik yapacaz... Çocuk kafası...
İlk gördüğüm büyük şehirdir Konya...
Sonra Ankara...
1979'da parasız yatılı okulu imtihanlarına girmiştim. Sonuç gelmedi. 12 Eylül ihtilalinin akabinde Karaman Lisesine kaydımı yaptırdık. Dayımla gitmiştik kayıt yaptırmaya... Dayım eskinin sağlam öğretmenlerindendi... Osman Doğan, herkesin tanıdığı bildiği bir öğretmendi. Yıllarca ömrünü mesleği için feda etti... Son zamanlarında gözleri görmez oldu, sesi çıkmıyordu, bacaklarında varis olmuştu. Hani öğretmenlerin hastalıkları vardır ya, tamamını yaşadı... Rahmetli oldu, kimse onu unutmadı... Allah rahmet eylesin...
Liseye kayıt yaptırdıktan bir ay kadar sonra bir yazı geldi. "Keçiören Çevre Sağlığı Meslek Lisesini kazandınız"
Emin olun daha bu okulu bitirince ne olacağımı bile bilmiyordum. Hatta babamla gittik sağlık ocağına... Tek sağlık ocağı vardı zaten... Babam Sağlık Memuru Ali Yoldaş ile Faik Özel'e "Ne yapalım gönderelim mi?" diye sorunca, babama kızıverdiler... "Hemen gönder, bundan daha iyisi olmaz. Hem de çevre sağlığı... Bitirince hemen işe girer işte... " ve daha bir sürü şey...
Hiç unutmam... Abdest alıp iki rekat namaz kıldım Ve hayatımda ettiğim en içten dualarımdan biridir... "Allah'ım hakkımda hayırlısı ne ise o olsun..."
Ve lise ile ilişiğimi kestirip "Sağlık Memuru olacam..." düşüncesiyle, Ankara yolcusu oldum... Neden sonra öğrendim Sağlık Memuru olmayacağımı...
Nereye gidecem, nasıl gidecem?... Bakkaldan ekmek alırken yüzü kızaran, utangaç bir çocuk yalnız başına nasıl gidecek büyük bir şehre?
Bindirdiler otobüse... Tesadüfen yanımda İmam Hatip Lisesinin Müdürü Hüseyin Fişek denk geldi... Önceden de tanırdım ve severdim... Nur yüzlü ve cennetlik bir insan... İnşirah suresini bana o öğretmişti. Belki yüz kere o söyledi, ben tekrar ettim de hiç bıkmamıştı...
Biner binmez, "Ayet-el Kürsi'yi okuyalım..." dedi. Okuduktan sonra da sohbet ederek Ankara'ya vardık... Ben şimdi her arabaya bindiğimde mutlaka Ayet-el kürsi'yi okurum... Rahmetli Hüseyin Fişek'ten kalmadır... Allah ondan razı olsun...
Abim Ankara'da okuyor ve bekar evinde kalıyor. O da 12 Eylül öncesinde verilen çetin mücadelenin içinde yetişmiş.... Bendeki adres; Bahçelievler Belediye otobüsüne bin, son durakta in... 19. Sokağı bul, MİSK binasının en üst katı. Bahçelievler, Ankara'da Ülkücülerin çoğunlukta olduğu yer. MİSK de Milliyetçi İşçi Sendikaları Kurulu... Abim bu adreste oturuyor...
Şimdi söylemesi güzel de, ben Belediye otobüsünün ne olduğunu bilmiyorum ve binmek bir tarafa hiç görmemişim ki... Durak ve son durak ne demek bilmiyorum, esas önemlisi kimseye bir şey soramıyorum utanıyorum, yüzüm kızarıyor... Ellerimi, kollarımı koyacak yer bulamıyorum... Herkes bana bakıyor, beni izliyor sanki...
Nihayetinde Ankara'nın eski terminaline vardık... Hüseyin Fişek beni Belediye otobüsünün binileceği durağa kadar getirdi.. Nasıl biniliyor, binilince ne yapılıyor, otobüs parası nasıl veriliyor diye, epey bir süre izledikten sonra binebildim. Tabi bu arada kaç tane otobüs geçti bilmiyorum...
Para atılıyordu o yıllar. Attım ve geçtim bir yere... Son durağın neresi olduğunu soramıyorum. Otobüs duruyor, kalkıyor, iniyorlar, biniyorlar ama ben kimseye bir şey soramıyorum... En sonunda otobüste kimse kalmadı. Şoför "Son duraaak" diye bağırınca anladım ki burada inecem... Çok şükür ilk aşama geçti...
Sonra ikinci aşama, 19. Sokağı bulmam gerekiyor... 16, 17, 18 var 20 diye devam ediyor sokaklar... 19. Sokak yok... Ara ara yok... Gezmekten yorulmuşum ve acıkmışım... İkindi oldu, hava kararmak üzere... Oturdum bir duvarın üstüne, bir simit aldım yedim... Yapacak bir şey yok... Sonra öylesine gezmeye başladım... Bulamazsam akşam yatarım bir yerde... Hava da sıcak nasılsa diye düşünüyorum...
Telefon filan ne gezer o yıllarda... Telefonun ne kadar büyük bir nimet olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Öylesine gezerken baktım ki bir çöp varilinin üzerinde 19. Sk. yazıyor... Var ya... Çok sevindim... Meğerse 17 - 18 ve 20. sokaklar paralel, 19.sokak da onları diklemesine kesen sokakmış... Kaç kere önünden geçmişim de görmemişim...
Hemen Misk binasını buldum, en üst katına çıktım ve kapıyı çaldığımda, Ümran abi açtı kapıyı... Ümran Avcı şimdi Sivas'tadır. Hayatta tanıyıp her şeyiyle güvenebileceğiniz, iyi ve dürüst o bir kaç ender insandan biridir. İri yarı, cüsselidir... Sağolsun... Abimin adını söyleyince hemen abimi çağırdı... Abim beni görünce, gözlerindeki o şaşkınlıkla "Sen nasıl gelebildin buraya kadar?" dediğini hatırlıyorum...
O beş-altı arkadaşın birlikte yaşadığı evlerindeki muhabbeti, o arkadaşlarının arkadaşlıklarını, arkadaşlar arası dostluğun ne olduğunu, sevgiyi, samimiyeti, bekar evinde nasıl yaşandığını o bir kaç gün içinde öğrendim...
* * *
Keçiören'e bir kaç belediye otobüsü değiştirdikten sonra vardık. Okula kaydımı yaptırdıktan sonra görevlilerin; "Bu genç bize emanettir bundan sonra, gözünüz arkada kalmasın..." demesi üzerine vedalaştık.... Son veda...
Bütün yatılı okul öğrencileri, istisnasız aynısı yaşadılar... İstisnasız hepsi bilirler ki; ilk yalnızlığınız o anda başlamıştır... Bir boşluğa düşmüş gibi... Kolunuzun biri yoktur, kalbinizden bir şeyler akıp gitmiştir sanki... Kocaman bir şehirde yalnızsınızdır artık... Üzülmedim yada ağlamadım diyen yalan söyler...
Bunu bildiğim için, yatılı okulda kayıt zamanlarında, hep kayıt yapılan idarenin bulunduğu yerde dururdum... Çocuğun ailesiyle veda etmesini beklerdim... Benimde gözlerim dolardı...
Sonra hemen yanına varır, alır götürürdüm... Yatılı okul hayatını öğretmeye çalışırdım... Yatakhaneyi, derslikleri, yemekhaneyi, mescidi, çamaşırhaneyi... Kuralları öğretirdim...
Esas neden bu değildi tabii ki... O son veda sonrası yaşadığı üzüntüsünü hafifletmek, o bir kaç saatlik, bir kaç günlük yalnızlığını hissettirmemekti benimkisi...
"Abi hani biz okula geldiğimizde sen bize yardım etmiştin ya!, Hatırlamadın mı?, Ben Şükrü..." diyen arkadaşları görünce hep o ilk yalnızlıklar aklıma gelir...
_______________
TC Faik Özel, Ali Yoldaşı, Ümran Avcı hatırlamazlar belki de, Şükrü Öztürkkardeşim eminim unutmamıştır...