KENDİ KÜLTÜRÜMÜZE MİSAFİR OLDUK
Yunus TURAN
İstersen çok üniversite bitir... Kültürlü olmak ayrı bir şeydir. Çok okumuş olmak da, çok şeyi biliyor olmak da kültürlü olmak anlamına gelmez.
Yere tükürüyorsan, sigara izmaritini balkondan aşağı atıyorsan, yediğin çekirdeğin kabuğunu rastgele saçıyorsan neye yarar çok okumak?
Hani eskilerden buna "Görmüş geçirmiş..." denirdi... Kültür asıl çocukluktan, aileden gelir... Osmanlı kadınıydı benim anam... Sözü de dinlenirdi... Okula gitmemiş ama okumasını öğrenmişti. Bilgiliydi, kültürlüydü de... O da hizmetçilik yaparak büyüdüğü aileden almıştı o kültürü... Ülke gündemini takip ederdi.. Oturup ülke meselelerini konuşabilirdiniz mesela...
Biz de atadan aldık kültürümüzü... Küçükken evimizde bizim kurallarımız vardı.
Akşamları tırnak kesilmez... Kapının eşiğine bir gazete kağıdı serilecek, tırnaklar tek tek ve bir yere sıçratmadan kesilecek, sonra gazete dürülüp götürülecek ve aşenedeki tandıra atılacak...
Ayakta bir şey yenmez. Dışarıda hiç yiyemezsin. Çünkü başka çocuklar görürse olmaz. Onun için dışarıdaki çocukları çağıracaksın, yediğinden onlara da yapılacak... O vakit oturarak dışarıda yiyebilirsin...
Yediğimiz nedir? Mayalı ekmeğe sürülmüş salça, çemen... "Yağ-şeker-ekmek" de var... Sanayağının üzerine toz şeker serpiştirir yerdik. Bunlar olmazsa, mayalı ekmek ıslatılır, üzerine toz şeker yada kırmızı biber serpiştirilip katlar yerdik... Ben hala yerim...
Biz evimizde yemeği yerde yerdik. Sofra bezi "sumat" serilir, sumadın üzerine altlık, üzerine de sini konur. Biz kasnak koyardık sininin altına. Herkes dizilir etrafına. Büyükler yukarıda oturur. Yukarı; kapı tarafının karşısı olur. Misafirler hep yukarıda oturtulur. Çocuklar aşağıda oturur.
Yemekler aynı kaptan yenirdi. Önce çorba, sonra yemek, pilav, tatlı... Hepsi birden konmaz, bittikçe konur... Yemeğe önce büyükler başlardı... O zamanlar o samimi sevgilerin paylaşımının nedeni, aynı kaptan yemek yediğimizden miydi diye hep düşünürüm...
Büyükler su istediklerinde suyu çeşmeden doldurup gelirsin ve bardağın altından tutarak uzatırsın. Bardağı verirken hafifçe eğilir, suyu bitirene kadar da beklersin.... Halen de böyledir zaten...
Karşındaki konuşurken susulur. Büyüklerin sözü dinlenir, büyüklerin yanında uzun oturulmaz, yatılmaz, yolda bir şey bulunursa sahibi aranır, bulunur, verilir ....
Kadınların dışarıda yemek yemesi ayıp sayılırdı. Evde yemek yemek varken dışarıda yenir mi! Kocasının önüne bir kap yemek koyamayan kadın olur mu! anlayışı vardı. Ömründe anam hiç dışarıda yemek yemedi...
Üzeri kök boyasından elde dokunmuş halıdan sedir ve yaylı somya üzerinde yün veya pamuktan üstlük, kenarlarında içi kamış, halı kaplı yastıklar, yerdeki halının üzerine de savan serilirdi. Temizlik her şeyin başında gelirdi. Duvarlar bembeyaz olur ve tertemiz kireç kokardı. Her sene baharın, bahar temizliği yapılır, ablam garibim, o tahtaların üzerini fırçalamaktan elleri delik delik olurdu. Şimdi bana küçücük gelen o evde, kaç çocuk büyüdü sevgiyle....
Kadın - erkek ayrı da oturulmazdı bizde. Çok nadirdi.. Zaten iki odaydı evimiz. Ve misafirin olmadığı gün yok gibiydi bizde... Gelen misafirlere kahve, çay ikram edilir sonra, sofra kurulur, üzerine meyve ile birlikte kuruyemişler konurdu... Çitlek(ayçekirdeği) olmazsa olmazımızdı...
Özellikle kışları çam ağacının tozundan bastığımız kovalarda yanan kuzine sobanın içine patates koyardık. Bıçkı tozu yaktığımız için sobanın borularının birleşim yerlerine "Güneş sabunu" kutuları asılırdı zift aktığı zaman yerlere akmasın diye... Yeniler bilmezler şimdi "Güneşin sabunu mu olur?" diye düşünürler... O zamanların ilk krem sabununun "Güneş" markası sabunun adı; güneş sabunu olarak söylenir olmuş. Sonra başka markalar çıksa da adı hep güneş sabunu olarak kalmış.
İşte o kuzine sobanın üzerine de tepsi içinde çitlek, güğüm, ıbrık ve çaydanlık mutlaka olurdu. Çaydanlıktan çıkan o buharın mis gibi kireç kokusu ile karışmış havasını özledim bak şimdi...
Anam şalvar giyerdi. Üzerine de siyah beyaz kareli, damalı bir örtü örterdi... Anadolu'da sıradan ailelerin genç kızları okutulmaz, onlar çeyizine dantel - oya örerlerdi evde... Anneler dişinden tırnağından artırdıkları ile kızının çeyizine bir şeyler hazırlamaya uğraşırdı. Çemberlerinin etrafına çeşit çeşit göz nurlarını, özlemlerini, aşklarını, acılarını işlerlerdi... Sandık düzülürdü... Cevizden, oymalı, işlemeli sandık gelinlik bir genç kızın olmazsa olmazıydı... Şimdilerde kalmasa da önemliydi çeyiz...
Ellerimizle dejenere ettiğimiz kendi kültürümüze ancak misafir oluyoruz şimdilerde... Kendimizi unuttuk da, kendi yapmadıklarımızı, yaşadıklarımızı kendimize yazıp... Yazmaktan, okumaktan mutlu oluyoruz...
Ama var ya... Ablamın hapisteki nişanlısını beklediği sekiz seninin hasretini döktüğü gergefteki dantelin nakışından, anamın yaptığı kara mercimekli bulgur pilavının yanındaki sirkeli turşuya kadar hepsi bizimdir....
Her yörede benzeri yaşansa da, bunların hepsi Türktür...
Hepsi Yörük, hepsi Türk, Türkmencedir...
Hepsi bizimdir...