İKİ MANTO
Yunus TURAN
Eskiden yamalı pantolon veya çorap giymek ayıp değildi. Başkasının giymediği elbisesini giymek de ayıp değildi.
Yıllar sonra hatırlayınca dokunuyor lakin...
12 Eylül öncesi, televizyonun hayatımızda olmadığı, dostluğun, akrabalığın yaşandığı, insanların mutlu olduğu yıllar...
Şimdilerde bir çocuk bana diyor ki; “Hocam, 15 sene önce bu ülkede elektrikler var mıydı?, Ulaşım at arabaları ile değil miydi?” diyor. "Elektrikler de vardı, ulaşım da sadece at arabaları ile sağlanmıyordu" desem de inandıramıyorum. Beni yola getirecek, ders verecek aklı sıra...
Bu söylediğim tam 40 yıl öncesi... Sık kesilse de elektrikler vardı. Gaz lambasının altında ders çalıştığım da oldu. O günlerde en çok sevdiğim şey, karanlıkta, gaz lambasının altında babamın bize masallar anlatmasıydı. O anlatır biz yaşardık sanki... “Kocaman bir anka kuşunun üzerine binen çocuğun, kuş gak deyince ekmek, guk deyince su vermesi...” masalını hayalimizde canlandırırdık. Şimdiki gibi filmlerde başkasının hayalini seyretmezdik... Biz canlandırırdık hayalimizde... Çocuklar kitabı aynı zamanda hayalleri gelişsin diye okumalıdır... Hayaller önemlidir çünkü. Yazık şimdiki çocuklara...
Nereye geldik yine...
Babamın bir paltosu vardı. Kalın ve oldukça ağır bir paltoydu. Eskimişti de şimdi Profesör olan abim onu Terzi Zühtü dayıma götürüp, içini dışına çevirtmişti. Alt kısmını da kestirip kaban yaptırmıştı. Çok da güzel olmuştu. Sonra da öteki abim el koymuştu.
Terzi Zühtü Güven... Dayı derdik. Eşi İsmet yengem ile annem, Kayserilioğullarının yanında büyümüşler... Bu da tam kitaplık ayrı bir hikayedir aslında.. İşte böyle bir yakınlığımız vardı. Dayı derdik rahmetliye... Karaman'ın eski terzilerindendi. Küçükken bir yaz onun terzi dükkanına vermişti babam beni. Şimdiki İş Bankasının bulunduğu yerde Kayserilioğlu Pasajı vardı. O pasajda zemin katta, girişte sağda idi dükkanı. Parmağıma göre “engiştan” dediğimiz yüzükle, ipliksiz bir iğne ile bir kumaşa iğneyi saplar çıkarırdım saatlerce... Meslek öğrenmek kolay değil. Hele ustasından...
İşte tam o yıllarda, kışın soğunda, giyecek paltosu olmayan İki liseli gencin yaşadıkları acı verdi yüreğime...
Rahmetli fabrikatörlerden birinin rahmetli hanımı Fazilet teyze giymediği iki mantosunu bir aileye verir. Ailenin iki delikanlı oğlu vardır. Ne yazık ki paltolar kadın paltosu. Giyseler olmaz... Ama ne yapsınlar ki ceketle okula gidip geliyorlar soğukta... Evleri ile Karaman Lisesinin arası iki kilometre var neredeyse... Sabah git, öğlen gel, alelacele yemek yiyip tekrar git, akşam geri gel... Havalar iyiyken bir sıkıntı yok da soğudu mu...!
Kardeşlerden küçük olanı gurur yapıyor “Ben giymem...!” diyor atıyor yere hışımla... Yaşça büyük ama cüssesi ufak olanı çok üşüse gerektir "Ben giyerim. Erkek paltosuna dönüştürür giyerim... Kimse anlamaz, üşümekten iyidir..” diyor..
Mantoyu götürüyor Zühtü dayıma... Zühtü dayım halden anlardı... “Olur oğlum tabi yaparım” deyip, düğmelerle düğme iliklerinin yerlerini değiştiriyor. O göğüs kısımlarını filan düzleştiriyor, bir hayli uğraşıp kadın paltosunu erkek paltosuna uyarlıyor.
Haliyle ne kadar da uyarlasan belli olmaz mı? Düğme iliklerinin olduğu yerler örülmüş, üstüne düğme dikilmiş... Besbelli...
Delikanlı o gün okula üşümeden gider... Lakin diğer çocuklar; “Kız mantosu giymiş, kız elbisesi giymiş...” diye alay edince, gencin çok gururuna dokunur eve gelir, çarpar yere, ağlar, ağlar... Bir daha o mantoyu giymez.
Anam zengin ve kültürlü bir ailede büyüdüğü için anacığımı çok severlerdi. Genellikle anama verirlerdi giymedikleri eski elbiseleri... Aracılık yapardı anam da... Mahalledeki komşular bize gelince, ihtiyacı olanlara gösterir, verirdi. Rencide etmemek için herkesi aynı anda çağırıp vermezdi... Yani elbiseyi alanlar birbirlerini görmez, bilmezlerdi. Biz dahi bilmezdik. Büyük insandı anam...
Ben de giymiştim gri renkli bir pantolon... Anam kalçası kocaman pantolonu giymem için ne kadar dil dökmüştü bana...! Şimdi o pantolonunu giydiğim adam bizim apartmanın yanındaki apartmanda oturur. Hemen her gün karşılaşırım ve hep o pantolon aklıma gelir. O hiç bilmese de, hiç bir kötülüğü olmasa da hep soğuğumdur. Adam iyilik yaptığı halde elimde değil, içimden gelmiyor...
Ben böyle durumlarda şunu düşündüm hep;
Muhsin Yazıcıoğlu Karaman'a “Koca Osman'ın” evine gelmişti cezaevinden yeni çıktığında... Sonradan Osman abi milletvekili oldu; Seyit Osman Sevimli İlk onun evinde Muhsin abiyi gördüydüm... Alparslan Türkeş, dünyaya ender gelen liderlerden biriydi, “Başbuğ” idi ama “Muhsin abi”, abiydi bizim gözümüzde... Çok zoruma gitmişti çorabının ökçesindeki yamayı görünce...
Koskoca Muhsin Başkan'ın yamalıklı çorabı...
Bir de Ekrem abinin evine gelmişti. Ekrem Karçaaltıncaba... Kapının dışında “Muhsin abinin ayakkabısı hangisi?” diye sorduğumda, gösterdikleri ayakkabı benim lisedeki giydiğim eskimiş ayakkabı gibiydi... O yamalıklı çorap, yokluklar, çileler... O'nu Taceddin Dergahında evliyalarla komşu yaptı...
Nereden nereye....
Çemen ekmeği paylaştığımız günlerden bu güne...
Rabbim kimseyi yoklukla sınamasın...
_____________________
Zühtü Güven, Uğur ve Aynur Güven'in babası, Rahmetli Eczacı Muammer Bayraç'ın kayınpederidir.
Fabrikatörlerin de, o gençlerin de isimleri bende saklıdır.
Ekrem Karcaaltincaba Türkocakları karaman Şubesinin kurucu ilk Başkanıdır.
Seyit Osman Sevimli 19. Dönem MHP Karaman Milletvekilidir.