BENİM BAĞLAMAM
Yunus TURAN
Özlüyorum...
Benim bütün rüyalarımın geçtiği o eski huzurlu Karaman'ın dar sokaklarında geçen çocukluğumu özlüyorum.
Dostluğun, komşuluk ilişkilerinin, iyiliğin, güzelliğin yaşandığı o zamanları özlüyorum...
Eski mahallemizin, eski sokaklarını, eski evlerini...
Mahalleyi hatırlayanlar bilirler; rahmetli Sinan Güder abimin evinin önünden Semerciler Sokağına doğru yürürken sol tarafınızda Esat ve Ahmet Aköz'lerin evleri, sokağın tam karşısında da Zeynep teyzelerin evi vardı. Bahçeli bir evdi. Zeynep teyze çok titizdi ve bahçeye girdiğinizde bu titizliği, temizliği, düzeni hemen fark edebilirdiniz. Şimdilerde burası tamamen 30 metrelik yolun altında kaldı. Bir tozu bile yok artık...
Eşi rahmetli olmuştu Zeynep teyzenin. Öksüz kalmış bir oğlu ve bir kızı vardı. Rıfat kardeşim ve Esma ablam...
Çoktan geçmiş çocukluğumun ilk ve orta okul yıllarımda en sevdiğim, bütün oyunlarımızı birlikte oynayıp, bir gün dahi yanımda olmasa, eksikliğini hissettiğim tek arkadaşımdı Rıfat...
Belki babasının olmaması onunla benim aramda ayrı bir bağ kurmuştu... Bilemiyorum ama çocukluğumuzda Zeynep teyzenin o tek oğlu Rıfat ile her daim beraberdik... Hep aynı okul, aynı sınıf, aynı sıra, aynı mahalle... Cumhuriyet İlkokulu - Yunus Emre Ortaokulu... Hep birlikte oyun oynarız.... Ertesi gün yine beraber gideriz, yine birlikte döneriz... Annelerimiz komşudur hep beraberdirler zaten... Bir gün siz onlardasınız, bir gün onlar sizde...
Zorluk içindesiniz ama farkında değilsiniz. Zor şartlar normal gelir. Ama hep mutlusunuz. Ülkücü kimliğini yeni yeni edindiğimiz o yıllar... Ne güzeldir çocukluğum benim...
Ben bağlama çalardım o yıllarda... Bağlama kucağıma zor sığardı da yere koyar çalardım... Rıfat çok merak ederdi bağlama çalmayı... Zeynep teyze bunu farketmiş olsa gerek, Rıfat'a bağlama almış. Rıfat'ın beni bağlama çalmak için çağırdığındaki o neşesini ve sevincini hiç unutamam... Tek katlı toprak evlerindeki, penceresi sokağa bakan odanın içindeki somyanın üzerinde sazın ilk akordunu ben yapmıştım... Yunus Emre Ortaokulumuzda Bekir Oğuz hocanın saz kursuna da gidiyorduk. O da baya öğrenmişti... Bir kaç parça çalabiliyordu artık...
“Koyun gelir yata yata.
Çamurlara bata bata.
Gelin ayşem suya gitmiş.
Yosunları tuta tuta.
Aman ayşem yaman ayşem.
Dağlar başı duman ayşem”
Bunu çalardı kardaşım benim...
Çok sinirliydi Rıfat... Kızdığında boğazındaki damarlar kabarır, oklava gibi şişerdi.. Ortaokul yıllarımızdı. Boğazında bir yumurta gibi şişlik oluşmuştu. Vücut olarak da gelişemiyordu Rıfat... Herkes boğazındaki bu şişliğin, gelişmesine engel olduğunu söylüyordu... Guatır diyorlardı. Bizler de önemsemiyor ve oyunlarımıza hep devam ediyorduk... Önemsesek elden ne gelir?
Okul bitince yollarımız ayrıldı Rıfat'la... Ben sanki hayata atılmışım gibi anamdan babamdan ailemden ayrıldım ve Ankara'ya Devlet Parasız Yatılı Okuluna gittim... Rıfat ise bu rahatsızlığından dolayı okumadı. Ama her geldiğimde görüşüyorduk. Yavaş yavaş delikanlı çağımız gelmişti artık. Lakin Rıfat yine de cüsse olarak gelişmemişti... Zayıf ve cılız ve hâla sinirliydi...
Bir Ramazan ayı idi... Valiliğin karşısındaki Attariye Camisine gidelim dedi. Sözleştik ve teravih namazına birlikte gitmiştik. Bu gün dahi hatırlıyorum ve unutmuyorum... İki iki kıldırıyordu imam. Ama çok hızlı idi... Çok mutlu olmuştu birlikte olmamızdan... Onu ben şimdi anlayabiliyorum...
Ama bazı şeyleri zamanında yapmak gerekiyor.. Beni üzen hatırladıkça gözlerimin dolduğu, Rıfat'ın o son isteğini kabul etmediğimin verdiği acı ve üzüntüdür... Keşke dersiniz ya... Öyle...
Ankara'dan Karaman'a geldiğimde bi görüştüğümüzde bana dedi ki, “Gidelim dışarıda etliekmek yiyelim" Ben o vakte kadar hiç dışarıda yemek yemedim ki... Hiç yemedim... "Gitmeyelim" dedim... Israr etti... "Gitmeyelim " dedim... Zaten neyle, hangi parayla yiyeceksin! Rıfat bende para var dese de gitmedim. Şimdi düşünüyorum da korktum sanki dışarıda yemek yemekten... Netice olarak gitmedik...
Sonra bir kaç gün sonra öldüğü haberini geldi eve.... İyiydi halbuki... Sabah ezanı okunuken kalkmış, anne ben tuvalete gidiyorum demiş ve bir iki adım attıktan sonra odanın içinde olduğu yere yığılmış... İnanamadım.. Koşarak gittim evlerine... O saz akordu yaptığım odada boylu boyunca uzatmışlar ve öylesine yatıyordu...
Ağladım, ağladım...
Rıfat'ın Vefatı çok içime koydu.
O çocuk yaşında bir insanın günahı olsa ne kadar olacak? Yıllardır o, cennette ona ayrılan köşkünde, mezarüstünde de hiç görmediği babasının kabrinde birlikte yatıyorlar...
Çocuklarımla birlikte kabrinin önünden her geçerken topluca ona Fatiha göndeririz...
İnanın Allah onu cennetine koymazsa kimse cennetine giremez...
Rastgelirse bir Fatiha okuyun... Uzaktan okuyun.... Onun için değil, kendiniz için okuyun... Onunla bir gün, onun olduğu yerde buluşmayı dileyerek okuyun...
* * *
Sonra hep rüyama girdi benim....
Her defasında sarıldık ve ağladık.
Bir defasında; ellerimizde torbalar... “Yağ yağ yağmur, teknede hamur, ver Allah'ım ver, sicim gibi yağmur” diyerek bulgur ve yağ topluyoruz. Sonra Yusuf amca ve Sıdıka teyzelerin evinin köşesindeki oluğun altında, tertemiz taşların üzerinde birlikte anamın yaptığı yağmur pilavını yemiştik rüyamda...
Ama en ilginci, rüyamda Rıfat'ın bana “Benim sazımı sen al” dediğinin sabahı Zeynep teyzenin beni çağırmasıydı...
Gittim... Gözleri yaşlıydı.. Bana sarıldı, ağladı, ağladık..
Dedi ki Zeynep teyze; "Rıfadımın sazını sen al götür git... Ben görmeye dayanamıyorum."
Uzun süre dokunamadım. Her dokunduğumda kalbime bıçak saplanıyordu sanki...
O günden sonra Zeynep teyzeye görünmemek için hep yolumu değiştirdim.
Şimdi benim bağlamam onun bağlamasıdır.
Neçe yeni ve güzel sazlar var. Benim sazım küçük ve eskidir. Ama sesinde bir acı hissedersiniz...
Kıymeti tartışılmaz. Onun sesinden bir ben anlarım...