Nerde o eski günler! Nerde o eski bayramlar! Nerde o eski nevruzlar! Nerde o eski insanlar! Severiz, böyle cümleler kurmayı, eskiyi özlemeyi. Geçmişi hasretle yâd edip şimdiyi ötelemek, insanoğluna haz verir, nedense. Tabii mevzu geçmiş değil bugün, aslında. Nevruzun yani yeni yılın ilk günü, bugün. Eski Türklerin bayramı nevruz, ülkemizde bölgesel kutlamalarla anılsa da pek çok Türk ülkesinde resmi bayram olarak hala kutlanmaktadır. Geçmişten gelen bu eski kültür, özellikle İran’da yılın en önemli olayıdır. Yazının başlığında her ne kadar eski nevruzları anmış olsam da esasen günümüzde yaşanan nevruzlara değinmek ve hatta sadece İran’da kutlanan nevruz bayramlarından bahsetmek isterim.
İran’da güneş takvimi kullanıldığı için yıl dönümleri nevruzda gerçekleşmektedir. Bu sebeple, yıl ve aylar miladi takvim ile eşitlik göstermez. Mesela; 21 Mart itibariyle İran 1396 yılına girdi. Aylardan Ferverdin’in 1’i. İki hafta boyunca yılbaşı yani nevruz tatili var. Nevruz hazırlıkları haftalar öncesinden başlar. “Hâne-tekân” yani “evi yerinden oynatma” da bu hazırlıkların başında gelir. Ev hanımları, evlerini baştan sona temizlerler, evdeki her bir şey yerinden oynar, tozu alınır, eskinin izi silinir, yeniye yer açılır yahut yenilenir. Bazı ev hanımları nevruzu fırsat bilip evdeki tüm eşyaları değiştirmeye yani yenisini almaya kalkarlar. Yeni yıl için çeşitli yemekler yapılır, kuruyemiş ve meyvenin her çeşidi sofrada yerini alır.
“Çarşenbe-suri/kızıl çarşamba” adında yılın son çarşambasında yapılan ve Zerdüştlükten kaldığına inanılan bu kutlama ateş üzerinden atlayarak gerçekleştirilir. “Kızıllığın benden, sarılığım senden” cümlesini söyleyerek ateşten atlayan kişi, eski yılın tüm hastalıklarını (sarı) atarak güzel, yeni ve sağlıklı olana (kızıl) kapı açmış olur.
Nevruzun eski Türklerden gelen bir kültür olduğu düşünülse de kimileri bu eski geleneği milattan öncesine ve Zerdüştlüğe dayandırır. Günümüz İran’ında ateşe tapan Zerdüştler hala vardır ve inançlarını, kültürlerini korumaya devam etmektedir. “Geleneksel İran düşüncesi, İran’da güneş takviminin ilk ayı olan Fervardin ayının ilk gününde bahardaki gündüz-gece eşitliği döneminde kutlanmaya başlanan Nevruz festivalini efsanevi İran kralı Cemşid’le ya da Mecusiliğin kurucusu Zerdüşt’le ilişkili olarak görür. Başta MS 11. yy’da yazan Şehname yazarı Firdevsî olmak üzere birçok kişiden gelen rivayetler Nevruz’un kurumsallaşmasını Cemşid’e dayandırır. Buna göre Nevruz bayramı Cemşid’in, ifritlerce çekilen ilahi bir saltanat arabasıyla göklere yükselmesi anısına kutlanmaktadır. Saltanat arabasını çeken bu ifritleri Cemşid’in yakaladığına ve insanların hizmetine verdiğine inanılır (http://kultur.irankulturevi.com/Iranda-Nevruz-gelenekleri-2667i.cgi).” Konuyla ilgili çeşitli görüşler olsa da pek çok Türk ülkesinde hatta nüfusunun yarısından çoğu Türk kökenli olan İran’da da nevruz bir Türk bayramı bilinmektedir.
Bahar için yeni yıl için yapılan hazırlıkların en mühimi, “Heft-sin” sofrasıdır. Sin harfi ile başlayan yedi adet nesne sofraya konulur. Yeni yılın bereket, uğur, sağlık, şans, para vb. getirmesi için hazırlanan bir sofradır, bu. Nevruzda muhakkak her evde heft-sin sofrası bulunur. O sofra, bir iki hafta boyunca kaldırılmaz. Sin ile başlayan “Sumak, Sebzi/yeşillik, sib/elma, senced/iğde, semenu/tahıldan yapılan tatlı, sir/sarımsak, sirke” sofraya özenle dizilir. Bunların dışında sofraya sin ile başlayan “sikke/para”nın da konulduğu olur. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, ayna, rengârenk boyanmış yumurtalar ve kırmızı balıklar heft-sin sofrasının başköşesinde yerini alır.
Yeni yılın ilk günü ve sonraki günlerde insanlar birbirlerini ziyaret ederek bayramlaşır. Sofralar kurulur, yemekler yenilir, meşhur şâir Hafız’ın Divan’ından fallar açılır. Herkesin içinde baharla birlikte gelen taze umutlar yeşerir. Çünkü tabiatla birlikte yıl da yenilenmiştir. Kötü ve eski olan her şey geride bırakılmıştır.
Yeni yılın on üçüncü gününde, “sizdeh-be-der” denilen bir ritüel gerçekleştirilir. Şöyle ki, on üçüncü günün uğursuzluğundan kurtulmak adına herkes o gün tabiata çıkar, evde durmaz. “Sizdeh-be-der” yani on üçünde kapıya gitmeli, evde durmamalı ve heft-sin sofrasına konulan sebzi/yeşillik ile kırmızı balıklar akar suya bırakmalı, bu arada dilekler dilenmelidir. Böylece bu günün menfi etkileri tabiatla bir olunarak uzaklaştırmalıdır.
Kadim bir gelenek olan nevruz, Fars ve Türk edebiyatında şâirlerin şiirlerine de konu olmuştur. Fars edebiyatının meşhur Tebrizli şâiri Şehriyar, “Heyder Baba’ya Selam” adlı şiirinde nevruzdan bahseder. Şehriyar, muhtemelen Nevruz bayramında memleketinden uzakta, gurbettedir. “Nevruz geldi, bizi de bir soran hatırlayan olursa sağ olsun, dağ olmuş dertlerimizi bir kenara koyalım, bayram geldi, nevruz gülü çıktı, bayram yeli çardakları yıktı, bulutlar gömleklerini sıktı, nevruz geldi, her yer bereketlendi”:
Bayram yeli çardakları yıkanda
Novruz gülü, kar çiçeği yıkanda,
Ağ bulutlar köyneklerin yıkanda,
Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun.
Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.
“Nerde o eski nevruzlar, o eski günler…” diye sormuştuk. Eski mazide, anılar zihnimizde, umutlar yüreğimizde olsun! Tabiat misali, bahar misali tazelenip nevruza/yeni güne içten ve edalı bir “Merhaba!” denilsin! Anlamlı bakışlar atılsın, nazlı cümleler kurulsun! Mevcudat hayat bulsun! Muhabbet daim olsun! Aşk olsun!...