Eskiden evlerde ve kendi evimizde özel bir oda olurdu... Oraya kayıt odası derdik. Yazdan hazırlanan kurutulmuş sebze ve meyveler, kasa içinde elmalar, un, şeker, erişte, küplerde turşular, bidonlarda salçalar, sac da pişirilmiş yerden tavana kadar üzeri tertemiz çarşafla örtülmüş kuru yufkalar, bakliyat, tarhana, tavandaki tahta kütüklere asılmış iple bağlanmış üzümler, kavunlar, olurdu. Eve girdiğimizde ilkin o odanın mis gibi kokusu karşılardı bizi...
Eskiden bolluk mu vardı bence hayır yoktu... Bunlar zaman içerisinde azar azar, emek emek yapılarak olan birikimlerdi... Savaş görmüş, salgın hastalık görmüş, yokluk görmüş atalarımız, açlığın ne demek olduğunu bildikleri için bütün bunlar, kendilerini ve ailelerini ve hatta komşularını her duruma karşı hazırlıklı olma çabasıydı...
O zamanlar o odalara veremediğim anlamı şimdi daha net görüyor ve anlamlandırıyorum... Ne güzel insanlardınız, ne güzel şeyler öğrettiniz siz bizlere... Nurlar içinde uyuyun, mekânlarınız cennet olsun, her ne kadar bizler sizlere layık olamadıysak da sizler bizlere çok şey öğrettiniz... Şimdi ki yaşananları görseydiniz kahrınızdan ölürdünüz biz evlatlarınız, torunlarınız; hangi ara bu kadar cahil, kötü, hep benmerkezci oluverdik de kendimiz haricindeki insanları düşünmez olduk...
Allah’ım sen vatanımızı, milletimizi koru, akıl ve fikir ver...
Eskiler ne kadar tedarikli idiler.
"Yağ satarım, bal satarım, ustam öldü ben satarım.” diye başlayan oyunlarımız “Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe”yle biterdi. Terleyen sırtımızda kenarları işlemeli havlular. Bir parça ekmek arasına sürülen yağ, peynir, salça. O hep keder kokan anne ellerini hatırladınız değil mi?
Yaz bitmiştir, sonbahara el vermiştir. Durumu iyi olanlar çoktan kömür kamyonlarını evlerinin önüne dayamışlardır. Kapı önlerine dökülen kömür yığınları, parayı sayıp alabilenler için biraz da gururu kaynağıdır gizliden gizliye.
Yağmur yağar. Hava soğumaya başlar.
Yazlıklar toplanır, yerine dolaplardan çıkarılan kışlıklar koyulur.
Bin bir cefayla, bodrumdan çıkarılan soba boruları, odanın ortasına kurulan kahverengi sobalar. Biz çocuklarda tatlı bir heyecan. Bilinmez neden ama hangi mevsim gelirse gelsin, biz yine de mutlu olacak bir şey bulurduk. Sanki mutlu olmaya bahane mi yoktu. Sokaklardan topladığımız gazoz kapaklarını, kapının önünden simitçileri, siyah beyaz ekranlarda, nefes almadan seyrettiğimiz çizgi filmleri, babaların işten döndüklerinde, ceplerinden çıkarıp, başımızı okşayarak verdikleri gofretleri, köylerden gelen nineleri, dedeleri hatırladınız değil mi?
Her misket sanki bir başka bir dünyaydı bizim için.
Sokağımızı geçip, başka bir sokağa girsek, yeni bir ülke keşfetmiş gibi olurduk hepimiz.
Çift kale maçlar, apartman önlerine serilen kilimlerde oynanılan evcilik oyunları, yakar top, uzun eşek, saklambaç. Sonra bayram telaşları. Gece uyurken, yatağımızın yanında duran, boyumuzdan büyük kıyafetler, ayağımıza bol gelen ayakkabılar. Hepsi bayramın hatırına. Hepsi çocukluk aşkına.
Hastaysak, ilaçtan önce ıhlamur, nane, limon.
Üzgünsek, anne kucağı,
Kendimizi yalnız hissettiysek, baba dizi.
Parasız yıllar,
Hüzünlü zamanlar,
Çileli mevsimler,
Kederli evler…
Komşunun komşuya gülümsediği, kadınların birbirlerine “Nasılsın kardeş bugün?” diye sorduğu, yapılan yemek kokmuştur, ayıp olmasın diye, komşuya gönderilen tabakları, akşam gezmelerini, içilen çayları, edilen sohbetleri, o samimiyeti, o kardeşliği, paylaşmayı, sevmeyi ve doya doya sevilmeyi hatırladınız değil mi?
Akşam yollara çökmüştür çoktan. Pijamalar giyilmiş, sobaların yanına oturulmuştur.
Ya bir divan vardır duvar dibinde ya da bir çekyat.
Sobanın üstünde kestane ve ekmek. Banyodan çıkan, sabun kokulu kızların saçları taranır dualarla. Her evde mutlaka bir dede ya da bir nine vardır, bize masallar anlatan. Akşam yollara çökmüştür çoktan. Dağılmıştır pazar yerleri. Meydan sokak kedilerine ve köpeklerine kalmıştır.
Herkes rızkını almadan uyumazdı. Bir evde bir aç varsa, tok yatılmaz, bir evde bir cenaze varsa, göbek atılmazdı. İnsanın insana benzediği, yüreğin ne işe yaradığının bilindiği zamanlardı o zamanlar.
O zamanları, bugün elli yaşın altında bulunanlar bilmezler.
Yeni neslin ileride çocuklarına ve yakınlarına anlatacakları böyle güzel hatıraları olmayacak. Onlar bilgisayarlardan ve cep telefonlarından aldıkları görüntüleri ve mesajları ancak hatırlayabileceklerdir.
Bu konuyu ileriki günlerde daha geniş bir şekilde anlatacağım.
Sevgili arkadaşlarım, dostlarım ve öğrencilerim, Sabahınız hayır Neşeniz daim ve her şey gönlünüzce olsun. Hayırlı, huzurlu günler diler, sevgi ve saygılar sunarım.