ULUBATLI HASAN GÖRDÜ MÜ ACABA? Her Türk bilir. Bilir de ben yine bir hatırlatayım. İzmir’ i Yunan işgalinden kurtardığımız zaman, hükümet binasına girmek isteyen Mustafa Kemal, merdivenlerde serili olan büyük bir Yunan Bayrağının önüne gelince durur. Sorar; “Bu nedir?” diye. İzmirli’ ler; “Paşam, Yunan komutan İzmir’ in işgalinde bu merdivenlere Türk Bayrağını serdi ve çiğneyerek makama çıktı, siz de ona misilleme yapın istedik” derler. Mustafa Kemal, son derece tavırlı bir üslupla; “Arkadaşlar, Bayrak bir milletin şerefidir. O milleti savaşlarda yenebilirsiniz ama şerefi ile asla oynayamazsınız. O komutan tarih önünde ayıp etmiş. Aynı ayıbı benden beklemeyiniz, bu bayrağı hak ettiği hürmeti göstererek yerden kaldırınız” der. Türk tarihinde buna benzer emsali az görülmüş yücelikleri sıkça görebiliriz. Elbette her ulusun bayrağı hem o ulus için hem de tüm insanlık için çok önemlidir ama bizde bayrağımızın bir farklı kutsiyeti vardır. Bir ekmeği çiğnemeyiz, bir Kuranı ve bir de bayrağı. Hatta belimizden aşağıda tutmamaya özen gösteririz. Bu bayrak velev ki düşmanlarımızın olsun. Yani binlerce yıl kültürümüzde oluşmuş bir Kuran ve ekmek kutsalı gibidir bayrak kutsalımız. Belki biraz balık hafızamız olabilir ama ulus olarak O’na yapılan hakareti asla unutmayız. Hakaret edenleri de, ettirenleri de kolaylıkla affetmeyiz. Kültürümüzde Bayrak neredeyse bir özel edebi alan haline gelmiştir. Her şairin onun için yazdığı duygu dolu, sevgi dolu yığınlarca dizeleri, her mütefekkirin bayrak ile ilgili bir sesi vardır bu gökkubbede. Bayrağın savaş alanlarındaki hali ise sancaktır. Millet olarak gururumuzdur. Savaşçı olarak ilhamımızdır. Askeri birlik olarak da yol göstericimizdir. O ayakta ve dalgalanıyorsa uğruna savaştığımız şeye biraz daha yaklaşmışız demektir. Bu bir vatan savunması ise hâlâ savaşacak gücümüz ve karakterimiz var demektir. O yere düştü mü, artık sonumuz gelmiş, yani savaşacak insan ve güç kalmamış demektir. Öyle bir zamanı mı yaşıyoruz ki şimdilerde bayrağımız yerlerde sürünüyor? Bu gönderinden sökülüp vahşi çığlıkların ortasına atılan bayrak askeri bir birliğin bayrağı olmasa bu kadar içim yanmayacak. Münferit bir vaka diyeceğim. Ama öyle mi? Bayrağı yere atanlar biliyorlar mıdır o bayrak Murat Hüdavendigâr’ dan bu yana onların da bayrağıdır, onların da şerefidir. Bilmiyorlar tabi. Çünkü uzunca bir süredir ulus olmak, bir olmak, bütün olmak, milli ülkü ve değerlere sahip olmak gibi kabuller, ilkellik ve gericilik olarak topluma pompalandı. Toplum bu değerlere ve kendisine yabancılaştırıldı. Milli mal varlıklarımız gibi milli değerlerimiz de yele verildi. Peki, bu değerleri yok edilmiş bir ulustan geriye ne kalır? Bayrağı inerken susan hatta olayı masum göstermeye çalışan bir toplum ve asker kalır. Yani bir tür hiçlik... Bu yapıdan başkaca bir tavır da (en azından bir süre) beklenmesin. İşte bu ortam içinde de ülkemizin içinde, farklı ama kardeş olanlar, hasım olarak gösterilebildi. Daha fazla geç kalırsak bu bilinç eksikliği kanlı bir kardeş kavgasına dönüşebilir. İstanbul’un alınışının simgesi ve kanıtı Ulubatlı Hasan’ın ölüm pahasına, burca bayrağı diktiği andır. Yeryüzünde bir çağı açan ve bir başka çağı açan işte o sancaktı. Ulubatlı Hasan, inanıyorum ki emanetini sürekli gözlemektedir. Acaba o inen bayrağı da gördü mü ki? Gördü ise, bize ne diyor dersiniz? Tuuu!