TOPLUM OLMAK NASIL BİR ŞEY? Osman Nuri KOÇAK Kitapçılıkla geçinirim. Bizi yazılarımızdan tanıyan ama işimizi bilmeyenler için söyledim. Birkaç gün önce sabahın erken saatlerinde bir kız çocuğumuz elindeki bir kitaptan bir bölümün fotokopisini çektirmek için işyerimize uğradı. Ben kitaptan fotokopi çekmem. Bunu emek talanı olarak görürüm. Ama çok erken bir saat olduğu, birçok işyerinin halen kapalı olduğunu bildiğim ve öğrencinin okula gittiğini düşündüğüm için, birkaç sayfadan ibaret olan fotokopisini çektim. Bu arada öğrenci ile sohbet ettim ve yaptığımız işin izinsiz olarak kitap çoğaltmak olduğunu ve bu işin kanunen suç, dinen de haram sayıldığını ifade ettim. Bir öğretmenin öğretmenlik duruşu ölünceye dek yakasını bırakmıyor. Belki de onun için bunları ifade etim. İşim gereği sürekli olarak birlikte olduğumuz karşımdaki her öğrenciyi kendi öğrencim ve evladım olarak görme olarak tebarüz eden bu duruşu değiştirmedim gitti. Ayrıca toplum halinde yaşayan insanların iyi ve kötü şeyler konusunda birbirlerine düşüncelerini söylemelerini, uyarmalarını, öğütlemelerini ve eleştirmelerini savunurum. Uygar toplumlarda bunlar bir arada yaşamanın olmazsa olmazlarıdırlar. Kaldı ki dinimiz de bu türden uyarı ve eleştirileri insana görev olarak yüklemiştir. Ancak tüm bunları karşısındaki kişiyi üzmeden ve uygun bir dil ile yapmaları gerekmektedir. Ben de öyle yaptığımı düşünmüştüm. Kızımız bu uyarımı kabul eder görünmedi ve “biz bunu sınıfta tahtada yazıyoruz ve herkes de defterine geçiyor. Bu çoğaltma olmuyor da fotokopi neden öyle oluyor?” dedi. Ben de “ Kızım ben bir büyüğün olarak bunu sana görev kabul ettim söyledim. Tartışmak için değil. İstediğine inanmakta serbestsin” dedim ve çocuk gitti. Kısa bir süre sonra kapıdan temiz yüzlü, temiz giyimli birisi girdi ve bana doğrudan “siz fetva makamı mısınız da benim çocuğuma helâli haramı tarif ediyorsunuz ve onu üzüyorsunuz. Şu anda evde ve çok üzgün?” dedi. Meğer o arkadaş da öğretmenmiş ve kızı bu konuda ona şikâyette bulunmuş, arkadaşımız da bana haddimi bildirmeye gelmiş. Öncelikle çocuğumuzun bu diyalogdan üzülmüş olabileceği beni çok rahatsız etti. Kimseyi, hele de bir çocuğumuzu üzmek aklımın ucundan dahi geçmez. Ama anlaşılan o ki, alınmış. Ancak, babası olan arkadaşımızın tavrı beni daha çok üzdü. Bir; Helal, haram konusunda birbirimizi uyarmak için müftü olmaya gerek var mı? İki; Bunu bir kitapçı veya herhangi birisi benim çocuğuma söyleseydi ona teşekkür ederdim Üç; Toplum olmak, bir arada yaşamak avantajımız mı, ayak bağımız mı? Ona karışma, Bunu deme, Eleştirme! Yazma! Çizme! Uyarma!... Böyle şey olur mu? İnsanlar birbirine ihtiyaç duymaz hale geldiğini düşünür hale gelmişlerse orada çok ciddi toplumsal sorunlar var demektir. O öğrencimize ben bir tek neden ile söz söyledim. O da evladım ve bu vatanın bir çocuğu saydığım içindir. Oysa “bana ne” demek, “fotokopi çekmiyorum” demek en kolay yol. Niye yapamıyorum. Hâlâ toplum ve kardeş olduğumuza inancım nedeniyledir de ondan. Törelerimizde büyükler küçüklere bu türden öğüt ve uyarılarda bulunurlar ve hatta azarlarlardı. Küçükler hiç de alınganlık göstermezlerdi. Hele hele baba ve anaları bu türden konuların ardına düşüp çocukları yüzlemezlerdi. Bugün “kendimiz” zannettiğimiz birçok şeyin, kendimiz olmadığını görmek için çok ağır bedeller mi ödemek gerekiyor acaba. Kendimiz sandığımız şeyden kurtulmaya bakalım. Acaba çok mu iyimserim?