ÖĞRETMENİMİZ YARINIMIZDAN SORUMLUDUR Osman Nuri KOÇAK Öğretmen ve misyonu konusu Türk Siyasetinin büyük bir iştiha ile ilgilendiği alanların başında gelir. Çünkü her siyasi anlayış, geleceğe uzanan yaşam mücadelesinde, toplumların kendi düşünce sistematiğine yakın olarak donanmasını, dolayısı ile de ona çabuk ulaşmayı ve onunla aynı dili konuşabilmeyi ister. Bunu becerebilmesinin tek yolunun da, bireylerin küçük yaşlardan itibaren kendi istediği tarafa doğru yönlendirmesinden ve kendi düşüncesine yakın yetiştirilmesinden geçtiğini düşünür. Bu gerekçeler ile de çengeli öğretmene atar. Munis, efendi, icat çıkarmayan, itaatkâr, ona emredilen kadarını öğrenen, topluma ve öğrencilerine izin verilen kadarını aktaran, aktardıklarını pek sorgulamayan bir miras taşıyıcısı, devlete egemen olan çevreler için ideal öğretmen tiplemesidir. “Devletin memuru, devletin çizdiği sınırları santim aşmadan devletine koşulsuz hizmet eder” . (Yani hükümetlere…) İlk bakışta doğru gibi görünen bu duruş, yanlış oluşturulmuş bir algıdır. Çünkü özellikle eğitim ve hukuk gibi alanlarda, evrensel toplumsal kurallar ve insan hakları ile çelişen talepleri “devlet kuralı” olarak koyamazsınız. Bu kuralları yasal hale getirmesi bile devletin haklı olduğunun göstergesi sayılamaz. Koydunuz diyelim. Buna ilk tepkiyi hukuk ve eğitim insanlarından alırsınız. (Veya almanız gerekir.) Ülkemizde durum böyle midir? Kısa bir Köy Enstitüleri ve Öğretmen Okulları(nisbi olarak) süreci hariç hiç böyle olmadı. Çünkü öğretmen yetiştiren kurumlara bilimin ve aklın öncülüğünde değil, kişisel ve zümresel siyasi tercihlerin çıkarcılığında bakıldı hep. Bilimin ışığında, demokrasiyi, üretimi ve hür düşünceyi model almış “köy enstitüleri” türlü iftira ve karalamalarla tarihe gömüldü. Ardından da Öğretmen Okulları katledildi. Öğretmen basit bir miras taşıyıcısı değil, bir bilim adamı ve aynı zamanda bir toplum önderidir. Egemenlere kurşun asker yetiştirmekle mükellef bir emir kulu hiç değildir. Bilim adamı olma özelliği, tüm bilimlerin güvencesi olması ve bilim ışığının ona emanet edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. O; Matematikten Kimyaya, Fizikten Anatomiye nesnel bilimlerin güvencesi olduğu gibi, felsefeden mantığa, inanç özgürlüğünden düşünce özgürlüğüne kadar uzanan geniş bir bilim yelpazesinin hem uygulayıcısı hem de savunucusu olmasındandır. Toplum önderi olması da, insanlığa ayak bağı olmuş, köhnemiş, onu başkalarına bağımlı, fakir ve muhtaç hale getirmiş ve egemenlerin dört elle sarıldıkları tüm yapıların, bilimin öncülüğünde yıkılması konusundaki öncü rolünden kaynaklıdır. Yani öğretmen özü itibari ile toplumun önünde giden, dolayısı ile de sistemin koruyucularından ilk taşı, ilk sopayı, ilk kurşunu yiyen bir devrimcidir. Bu mihnetli durum onu yıldırıp, önemsizleştirip bir kenara da atabilir, değerine değer katıp toplumsal aktörlerin en başına da oturtabilir. Bu tercihin nasıl yapıldığı, o ülkenin özgürlüğü hak edip etmediğinin de aynasıdır. Doğal yapısı gereği öğretmen, içinde yaşadığı toplum ilhamlı, tüm insanlığa karşı sorumludur. Belki de bunun için “peygamber mesleği” denilmektedir. Öğretmenliği bu misyonundan koparıp, sıradanlaştırıp, önemsiz bir detaya dönüştüren şimdiki sistem faşist bir sistemdir. Öğretmeni itibarsızlaştıran, sisteme kulluk ettiren, bilimsel ve demokratik düşünceden uzaklaştıran, salla başını al maaşını düzeyine indiren bir toplumsal ortamda 24 Kasım’ ları idrak ediyoruz. Siyasetçilerimiz de ona serin nefesler üfürerek hamaset yapmaya devam ediyorlar. Bu duruma itiraz edecek olanlar öğretmenlerdir. Ne diyeyim…