KAVGADA GÖZDEN KAÇANLAR Osman Nuri KOÇAK Cumhuriyetin benimsediği eğitim sistemi ve metodları özellikle 2003 den sonra kapsamlı bir değişikliğe tabi tutuldu. Yeni anlayış, eleştirdiği seküler eğitim anlayışını tüm unsurlarıyla reddediyor hem de bilimi, bilginin asıl kaynağı olarak kabul etmiyordu. Bu yeni sistem ile her ne kadar sarmal öğretim, öğrenci merkezlilik, katılımcılık gibi yeni kavramlarla yapmak istediklerinin üzerini şeker ile örtmeye çalışıyor olsalar da laik ve kamu yararına bir eğitim anlayışından hızla uzaklaştıkları görünüyordu. Bu, uygar dünya için birkaç yüz yıl geride kalmış tartışmalar ile biz oyalanırken, uygar dünyada “Eleştirel bilinç ve özgürleştiren eğitim” kavramlarını tartışılıyor. Eğitimin asıl amacının başkalarının işine yarayan robotlar ve kurşun askerler üretmek olmadığı, bireyi kendisine yeterli hale getirmek ve ona üstün yaşam becerileri kazandırmak ve hayata hazırlamak olan eleştirel pedagoji tartışmaları olan bir zeminde hızla yaygınlaşıyor. İşin en manidar tarafı, kendilerinin dönüp bakmadığı bu yöntemleri üreten, bize dayatan ve finanse eden uygar batı idi bu tutum da emperyalizmin tipik davranış biçimlerine tıpatıp uyuyordu. Fakat içeride Cumhuriyet ile rövanşist bir duruş içinde olanları işin bu tarafından çok, Cumhuriyetten çıkaracakları hınç tarafı ilgilendiriyordu. Onun için giderek Anasınıflarında zorunlu din eğitimi ve okullarımızın her aşamasında (Kuran ve Osmanlıca öğrenmek adı altında) Arap alfabesi ile çocuklarımızın içli dışlı olmalarını sağlayıp, giderek de bir bilinç dönüşümü oluşturmak istedikleri çok açık belli oluyordu. Bunu Inkılap mı, inkilap mı (köpekleşme mi) diyerek intikamcı bir öfke ile ayağa düşürmeleri de, siyasal güçlerine olan sonsuz güvenin ve inancın bir uzantısıdır. Öyle görünüyor ki ebed müebbet kalıcılıklarına fena halde inanmış durumdalar. Allah onları ıslah etsin. Fakat benim yazımın asıl konusu, çok daha ciddi boyutlarda tartışılması gereken bu konulara kapsamlı bir yaklaşım değil. Bu toz duman arasında iktidarın tutumuna karşı çıkan arkadaşlarımızın da en az onlar kadar hata yaptıkları bazı konular üzerine dikkat çekmektir. Örneğin Osmanlı ve Osmanlıcayı aşağılayan, küçük düşüren onlarca yazı okudum. Bu yazılar sosyal paylaşım sitelerinde, kabul edilebilir ölçülerin tümüyle dışında… Tartışmayı, Cumhuriyeti ve devrimleri aşağılayanlarla aynı düzeye indirgemek kendi varlık değerlerimizi, tarihimizi, kültürümüzü aşağılamak ve ona yabancılaşmak değil midir? Oğuz’ da, Selçuklu’ da, Osmanlı’ da biz değil miyiz? Elbette eskiyen, kokuşan, yıpranan yönleri nedeniyle yıkılmış olan uygarlıklarımızın (özellikle de Osmanlı’nın) üzerine yenilerini kurduk. Kurarken de yıkılış gerekçelerini doğal olarak eleştirdik. Başka türlüsü zaten olmazdı. Ama iyisi kötüsü tüm tarihimizin mirasımız olduğu gerçeğinden hareketle, sorumlu olmak zorundayız. Oğuz’ da, Selçuklu’ da, Osmanlı’ da bizim atamız, tarihimiz ve mirasımız. O nedenle de onların yarattıkları uygarlıklardan arî olamayız. Hele de dillerinden. Hele hele hakaret hiç yapamayız. Osmanlı’ca büyük ölçüde arkaik bir dil halindedir. Dirilmesi de, diriltilmesi de olanaksızdır. Ama tarihimizin ve kültürümüzün yeni kuşaklara intikali için uzmanlar ve uzmanlıklar vasıtası ile okunmalıdır ve bu zaten yapılmaktaydı. Asıl amaç Osmanlıca adı altında tarih ve kültürümüzü (her zaman olduğu gibi) kullanarak egemenliklerine daha uygun zeminleri oluşturmaktır. Osmanlı’ya ve Osmanlıca’ya hakaret hem onlara kolay bir siyaset sahası oluşturur, hem de Cumhuriyet değerlerine ve Cumhuriyetçilere hiç yakışmaz.