2012 yılında resmi gazetede yayımlanan ve 2014 yılı yerel seçimlerinde uygulana büyük şehir yasasının sosyal yaşamda yaptığı tahribatlar gün geçtikçe kendisini hissettirmeye başladı.
İlk önce belediyelerin tasfiye edilmesiyle kamu görevlileri şehirlerdeki başka kurumlara atanarak köyü terk ettiler, onların köyü terk etmesiyle nüfus biraz daha azaldı. Önce bazı köylerde olan liseler öğrenci azlığından kapandı, daha sonra ortaokul ve en sonunda taşımalı eğitime geçilerek ilköğretim okulları da kapandı, sokaklarında çocukların oynamadığı köyler kaderlerine terk edildi.
Bilinçli aileler sırf çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak için bir köyden şehre istemeyerek olsa taşınmak zorunda kaldılar, köylerde ise elli yaş üzerindeki ve gidecek bir yeri olmayan köylüler kaldı, şehre taşınanların yıkılmış virane olmuş evleri ise görüntü kirliliği yapmaktadır. Ama her şeye rağmen köylerini terk etmeyenler zorluklar ve olanaksızlıklara rağmen köylerini terk etmiyorlar, bu topraklarda yaşamaya devam etmektedirler ve bu köylülerin tek dayanağı kamu görevlisi olarak yetkileri, bütçesi, olanakları sınırlı muhtarlara kalmıştır.
Çoğu köyler merkezden elli- altmış kilometre uzaklıkta bulunmaktadır, bu köylere ulaşmak minimum bir saat sürmektedir ve bu süre zarfında ölen ölüyor, yangınlarda evler kül oluyor su baskınları yaşanıyor.
Belediyelerin tasfiye edilmesiyle herhangi bir olaya karışı yerinde, zamanında müdahaleler ortadan kalkmıştır.
Hele birde seçilen muhtarların yönetim gücü, kabiliyeti, olanakları, köylüler ile diyaloğu, merkezi yönetimle diyaloğu zayıf ise vay o köyün haline! Muhtar olmak için okuryazar olmak yeterli oluyor ve o insana bir köyün kaderini emanet ediyorsun.
Belediyeler kapatılmadan önce her belediyede bir itfaiye aracı, bir ambulans, bir bekçisi, zabıtası bulunur ve vatandaşın acil ihtiyacı karşılanır olaylar büyümeden önlenirdi...
Şimdi ise yangın olur ev kül olur, hasta olur geç müdahaleden ölür, sel olur heyelan olur, kar kış olur en nihayetinde insanlar mağdur olur.
Birde alt yapı sorunları vardır yıllar önce yapılmış içme suyu boruları her gün bir yerden patlar elektrik arızası olur karanlıkta kalınır.
Partizanlık yapılarak hizmet götürmede ayrımcılık yapılır.
Köyler boşaldıktan sonra o köylüleri geri getiremezsin ne kadar teşvik verirsen ver geri dönüşü zor artık...
Otlaklar, meralar, hazine arazileri, tarım arazileri mermer madencileri tarafından talan edilir göz yumulur.
İklim değişikliğinden, yanlış su kullanılma yanlış tarım politikalarında kuraklık yaşanır, çoğu köyün içecek suyu bile kalmamıştır, bin bir emekle yetiştirilmiş meyve ağaçları kurumaktadır.
Köy muhtarlarının yetkileri ve teşkilatlanmaları yeniden düzenlenmeli hizmet etmelerinin önü açılmalı ki köyde yaşayan insanlarında şehre taşınmaları önlenmeli.
Bir işte başarılı olabilmenin yegâne yolu işinin başında bulunmaktır, uzaktan kumanda ile bir işte başarılı olamazsın.
Son derece güzel yapılmış bir tahlil. Aynen katılıyorum. Köyler öyle hale getirildi ki, tamamen yok sayıldı, ötekileştirildi, dışlandı, kaderine terkedildi, talan edildi ve adeta merkezi yönetime muhtaç, en küçük yapacağı hamlede bile merkezi yönetime el avuç ovalayan bir birim oldu. Köyü, şehir merkezinde bir mahalle mantığı ile değerlendirmek ne acı.