Saat 16.40.
Toros ekspres'teyim.
İstikamet Adana..
Sebeb:
Dünya iyisi İbrahim bey'in âni rahatsızlığı..
Tam iki yıl önce böyle bir Ramazan günü üzerine palet devrilmesi sonucu,
kısmen felç olan İbrahim bey şimdi de bir kalb krizi geçirdi.
Şimdi yoğun bakımda.
2013 ten beri tanıyorum kendisini.
Damadımın abisi..
Adına çekmiş denilen insanlardan..
Rabbim şifa versin..
Öteden beri otobüs ve tren yolculuğunu pek severim.
Neden sebep bilmem.
Etrafı seyretme imkanı verdiğinden diye tahmin ediyorum.
Eh Anadolu'nun seyrine kim doymuş.
Trenin bir artısı var; bedavaya yakın ucuz olması.
Otobüs le iki kişi 300 TL. civarı.
Halbuki tren 47.00 TL.
Tam saatinde kalktık.
Allah nazardan saklasın.
Tren oldukça konforlu geldi bana.
Belki daha iyisini görmediğimizden..
Biz kara tren çocuklarıyız..
Altı kişilik odaların olduğu trenler.
Adına türküler söylenen kara tren..
"Kara tren gelmezmola,
Düdüğünü çalmazmola." diye.
Ve hiçbir vakit, zamanında gelmez diye adı çıkmış trenler.
Hattâ rivayet o ki, gecikirse personel mesâi ücreti alırmış diye duyardık.
Doğrudur, değildir bilmem.
Yol boyu sağlı sollu köyler.
Koyun sürüleri, çobanlar ve köpekleri.
Adamı dinlendiren manzara..
Trenin tek olumsuz yönü:
Kırk metrelik vagonun son koltuğundaki Türkmen amcanın,
yakını ile görüntülü konuşmasını bir numaradan rahat dinliyor olmanız.
"Yeğenim şinci Bulgurlu'dayız." gibi.
Ulukışla ya gelirken iftar yaklaştı.
Yan koltuklarda üç kız çocuğu ve bir delikanlı.
Delikanlı saçı arkada bağlı ve küpeli.
Kızlar ikisi başı açık biri kapalı.
Delikanlı ile konuşma fırsatı kolluyorum.
Derken orta yaşlarda bir bey yanıma geldi ve,
Bey amca ben İstanbuldan hızlı trenle geldim.
Orda sahur yaptım, şimdi İstanbul iftarına göremi iftar edeceğim dedi.
Küpeli delikanlı biz'de Konya'da sahur yaptık deyip söze girdi.
Dedim'ki:
İftar saatinde nerede isek oraya göre iftar edeceğiz.
Yâni Ulukışla ya göre.
Pek akıllarına yatmasa gerekk ki, yani erken iftar dedi ilk gelen bey.
Yok öyle değil.
Bakın ben emekli İmam Hatip im.
Düşünün ki Hollanda ya uçtuk.
Buradan üç saat sonra iftar edecektik.
Öylemi tamam anladık.
Bizim insanımız bu işte.
Önceyi ne olur ne olmaz diye kabul etmek istemiyor.
Adana kışın sonunu, yazın başını yaşıyor.
Tıpkı iklimi gibi sıcak insan'lar.
Teravihler iki rekat şeklinde kılınıyor.
Çocuklar ve gençler çoğunlukta.
Namaz bitimi,
"Hacı baba görüşürük" diyen tıfılları nasıl unuturum bilmiyorum.
Cuma namazı için,
Hasan ve Saliha Akgül camiindeyim.
Hutbe konusu:
Ramazan ve doğruluk.
Namazdayız.
Başka bir imam kıldıracak.
Tatlımı tatlı bir tilavet.
Hans'a dinlet hasan olur türü bir okuma.
Ve Fatiha sonrası,
MUTAFFİFİYN sûresi zammı.
Kurbanın olayım bitirme bunu.
Kur'an'ın 83.ncü süresi.
Otuz altı âyet.
Mekke'de nâzil olan son süre denir.
Veyâ Medine'de ki ilk sûre.
"Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline.
Onlar alırken tam,
verirken eksik ölçer ve tartarlar diye başlayan sûre."
Baş taraf bu bedbahtlardan bahsederken,
ortalardan sonra iyilerin durumumdan bahseder.
Son âyet olarak 28. inci âyeti okudu Gardaşım.
"AYNEN YEŞRABU BİHE-L MUKARRABUN."
"Öyle bir pınar ki ondan ALLAH'a yakın olanlar içer."
Eyvallah üstâdım.
Adana tabiriyle,
Allah'ına kurban.
Ahdettim namaz sonu fotoğrafını çekeceğim.
Çektim de habersizce..
Fakat buraya önce atmayı unuttum.
İnşallah yakınlara bâri atarım.
Sonra öğrendim ki, namazı kıldıran arkadaş mısırlıymış.
Bir vakıfta hafız öğretmeniymiş.
Bugün 10 Nisan 2022.
Sabah 07.00 treniyle Karaman'a dönüyoruk.
Bu yazıyı TREN'DE yazdım.
Bitirirken,
İbrahim kardeşime tekrar âcil şifalar diliyorum.
Allah'ım dört kızının yüzüne baksın.
En büyüğü dokuzunda..
İkizlerin dünyadan haberleri yok henüz.
Sizlerde dua ederseniz olaki mevlam kabul buyurur.
Hayırlı Ramazanlar diliyorum.
Sağlıcakla kalın.