Bugünlerde çok sık soruluyor bu soru bana.
Cevaplarım genellikle şu şekilde oluyor:
Bağışlayınız çıkaramadım.
Sima yabancı gelmiyor ama...
Camiden mi.?
Konuşursanız çıkaracağım gibi.
Kem küm...
Vaktiyle Baykal’dan duymuştum.
Bir insanın üç dönemi olur.
Çocukluk ve gençlik,
Orta yaş,
İyisin Maşallah,
dönemleri diye.
Ben bir ilave yapıyorum bu üçlüye.
Beni ‘TANIDINIZ MI?’ dönemi.
Adamı onbir yaşında okutmuşuz
Şimdi olmuş otuz beş.
Saç, sakal, bıyık verilmiş kalmış.
Kaportacı, öğretmen, polis her meslekten vatandaş var,
yukarıdaki soruyu soranlar arasında.
Bende cevaplar da zorlanınca:
Gözlere yüklüyorum kabahati.
Arşiv eskidi diyorum. vs.vs.
Anılarla yaşama yaşındayız artık.
Daha ötesi yok.
Anılar demişken,
bir kaçını anlatmak isterim.
Tam da bugünümüz gibiydi.
Doksanlı yıllar.
Hızlı yıllarımız.
Particiliğimizin pik yaptığı dönem.
Fakat biz cihad aşkıyla çalışıyorduk.
Prensip şuydu.
Görev istenmez verilir.
İtiraz da edilemez.
Böyle bir seçim öncesi günler.
(Mahalli seçimler)
Refah'tı adımız o zaman.
Hiç parti binasına çıktığımı hatırlamıyorum.
Arazide görev verirdim kendime.
Karargah diyorduk oralara.
Kilolu arkadaşlar olurdu oralarda.
Bizim stratejist veya kafası çalışanlar diye bildiklerimiz.
Meğer kazanma umudu olunan yıllarda,
Görev beklenmez aslanın ağzından kapılırmış.
Akşam karargahta konuşulmuş.
Bir mücahid bana anlatmıştı.
Demişler ki:
Adayımız:
Zengin olsun, Parti'ye yük olmasın.
Dürüst olsun, laf gelmesin.
Ağzı laf yapsın, ikna edici olsun.
Üçüncü şıkta seninde ismin geçti hocam ancak,
Zenginlik ve yük olmak konusunda yetersiz bulundunuz ve elendiniz dedi mücahid.
“Belediyecilikten anlar biri” olsun diyen olmadı mı dedim.
Yok yok kazanmak önemli dediler, dedi yine bizim mücahid.
Tam o arada ben seslice gülmüşüm.
Sonrasında şunları konuştuk.
-Hocam niye güldünüz.?
-Bizim işimiz zor dostum.
-Niye hocam.?
-Bu üç hasletin olduğu biri önümüzdeki asırda doğar gibi geliyor bana.
Mevcutlar içinde göremiyorum da onun için.
-Hem zengin, hem dürüst.
-Zihnimde arıyorum hiç takılan biri yok.
-Öylemi hocam.?
-Maalesef öyle.
Kılpayı kaçırmıştık galiba o seçimi.
Ahmet koçak beydi adayımız.
Üç gün sonra hemde akşam namazına Ahmet koçak çıktı geldi camiye.
Dertleştik.
Teselli mahiyetinde bir şeyler söylemeye çalıştım.
Bir ara dedim ki:
Ahmet bey belki de böylesi hayırlıdır.
Reis olsaydınız şayet,
şimdi burada namazda değil de Sertavul’da yirmi kişiyle yemekte olurdunuz.
Belki falan dedi ayrıldık.
Sonra bunu anlattım iki arkadaşa.
Onlar Ahmet Bey'in eski arkadaşı.
Hocam seni Allah korumuş.
Ahmet senin samimiyetine inandığı için bağışlamış.
Başka biri bunu söylesin evire çevire döverdi.
Dediler.
Böylece seçim yenilgisinin faturasını temiz bir dayakla ödemekten,
Yüce yaradanın inayetiyle kurtulmuş olduk.
O günlerde okuduğum hutbeleri hayal edebiliyor musunuz?
Bir cuma kendi hazırladığım hutbeyi okuyorum.
Tam sona doğru,
müftü bey benim görebileceğim bir yere geldi bulunduğu yerden.
Benim müftüden falan haberim yoktu.
Cumadan sonra eve gitmedim.
Şimdiki gibi cep telefonu vs.yok.
Akşam, seni müftülükten çağırdılar dedi çocuklar.
Pazartesi müftülükteyim.
Hüseyin Şimşek hocayla karşı karşıyayız.
Konuştuk:
-Cumada Bağlarbaşı’ndaydım biliyorsun.
-Biliyorum hocam gördüm.
- Cemaatte gençler çoktu.
Hutbede iyiydi.
Fakat ortam senin bildiğin gibi değil.
İçeri düşersen kimse arkanda olmaz bunu bilmeni isterim."
-Hocam Allah razı olsun. Bundan sonra dikkat ederim.
Biliyorum bu millet:
“Cömertsin derler maldan ederler.
Yigitsin derler candan ederler” dedim.
Erbakan hocamız (merhum) ile bitirmek istiyorum.
‘Biz bir yana,
taklitçiler bir yana’ derdi rahmetli.
Şimdi nemi yapıyorum.
Acı bir tebessümle, tevbe ile meşgulüm.
Sağlıcakla kalın.