SAZAK VE BEN
Muzaffer CAN
Sazakla aramızda kopmaz bir bağ, atalardan miras ezeli bir dostluk, sanki benden çocuklarım yoluyla devam edeceğini hayal ettiğim ebedi bir muhabbet vardır.
Biz köyden göçeli altmış sekiz küsür yıl olmasına rağmen hala sazağa gider, orayı bize bırakanlara ramet okur, fatiha bağışlarız ecdadımıza. Bazen kardeşlerimin hepsi sazağa gelerek sevincimize ortak olurlar.
İmkanlar müsait olduğunda babam Dumuşali Can ve validem Ayşe Türben Candan gelişen Canlar aile toplantımızı sazakta yapıyorduk, yine de orası tercihimizdir. Son kere annemden torunlar, torunların çocukları, gelinler ve damatlarla birlikte 165 kişi olmuştuk. Allah sayılarına bereket versin.
Şimdi sazakta küçük olsada iki evimiz bulumakta, bahar ve yaz aylarında bizi misafir etmekte. Sazak misafir gelince bana bir başka güzel gelir.
O vakit ben çocukluğuma daha hızlı intigal ederim. Kah büyük bahçede dedemin yanında, kah babamın bizi sazağa bırakarak Aladağ köylerine rtzkımızı aramaya giderken bize "aman yavrularım dedenizi üzmeyin" diye nasihat ettiği havuzun başında, bazen dayısını (dedemi) ziyarete gelen Kemranlı Kadir dayımın sohbetinde, bazen de rahmetli Ahmet çavuşun oğlu Mustafa, büyük halam Ayşanın torunu Halis ile bahçelerde olurum. Sonra birden uykumdaki düşümden tekrar geri gelirim.
Sazaktaki Sivri Kaya'nın, Garın gediği (kara in -mağara- gedik) denilen yerde ki 200 metre boyundaki kayanın, aşağı sazak girişindeki kayanın ve onda bulunan iki ağızlı mağaranın, eskiden binlerce yolcuyu misafir eden kemerli taş hanın, (bu han karaman civarının en güzel hanlarından biri olmasına rağmen şanssızlık eseri Dindar Dilbaz'ın kültür müdürlüğü sırasında basılan Karaman ve civarındaki hanlar kitabına da girmemiş.) niihayet Göksunun en güzel hediyesi Bıçakçı köprüsünün benimle olan dostlukları asla yadımdan silinecek şeyler değildir.
1960- 62 arası arapça öğrenmek için Buckkışlada iken yüzmeyi iyice geliştirmiştim. İkindi dersimiz bitince ben köyün gençlerine; "haydin göksuya dedim mi yirmi otuz genç beraberce köprünün altında olurduk. Cesareti ölanlarla 10 metrelik köprüden atlardık. Rahmetli püsecinin oğlu (babamın hala oğlu) Mustafa Tunç kamyonuyla o sıra odun çekiyodu.
Benim ikindiden sonra yüzmeye geldiğimi öğrenince oda odunu sarıyor ve ikindiden sonra köprüye gelip üzerinde durduruyordu. Ben odun yüklü kamyonun üzerinden defalarca göksuya atlayarak gençlik yıllarını hatıralaştırıyordum.
Sazak benim çocukluğum, manzaram, tarihim, coğrafyam, çocukluk gecelerimin masalı, gençlik yıllarımın türkülerinin kaynağı. Şimdi ise benim konuşamadığım, yazamadığım, anlatmaya gücümün yetmediği şu demlerde Sazak bana anlatıyor, ben sessizce kendi mazimi ondan dinliyorum, bazen gözümde bir damla yaşla bazen ırmak olan gözlerle. Ancak benimde bir gün onlara katılacağıma kesin inanarak.