MESLEK SEVGİSİ VE HEKİMLİK
Abdullah KOCA
Bir Çin Atasözünde,
“Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme yapın
Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avlamaya gidin
Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin
Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete konun
Tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işinizi sevin
Evet çok anlamlı ve derin ifadelere yelken açacak bir atasözü Sevgi üzerine binlerce yazılar, makaleler,dergiler,kitaplar yazıldı, yazılan yazıların,makalelelerin,söylenen sözlerin, çoğu da sevgi üzerine. Hal Böyle olunca bu kavram üzerine kafa yoran çok olunca bu terimin tanımını da yapmak çok zorlaşıyor. Örneğin Can Yücel sevgiyi; “Uğruna fedakarlık yapmadığın sevgiyi, yüreğinde taşıyıp da yük etme” diye tanımlıyor.Bunun gibi binlerce usta kalemlerimizin binlerce sevgi tarifini bulmak,okumak mümkün.Bu usta kalemler sevgiyi bir çok sınıflara ayırmışlardır.İşte onlardan bazıları şu şekildedir: Vatan sevgisi,anne sevgisi,çevre sevgisi,şehir sevgisi,meslek sevgisi,karşılıksız sevgi vb… Sevgi nasıl tanımlanırsa tanımlansın, nasıl sınıflara ayrılırsa ayrılsın hepsinin ortak noktası olan şey : “Sevdiğinin iyiliğini istemek. “ Bizim de mesleğimiz, ilgi alanımız tıp olunca bunun üzerinden sevgiyi biraz olsun anlatmaya çalışalım.
Tıp doğrudan insanlarla ve onların sağlığı ile uğraşan bir alan; insanların hastalanmalarını, acı çekmelerini engellemeye çalışan, hastalananları iyileştirme, acı çekenlerin acılarını dindirme çabasında olan bir meslek etkinliğidir. Merkezinde insan odağı olan tıp mesleğini seçen hekimlerimiz, işlerini sevmelerinin çok önemli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hekimlerimiz işlerine dört elle sarılırsa, işlerini severlerse, her hastasına içten davranıp onun sıkıntısını giderme anlamında çaba sarf ederse bu, sevginin doğal sonucu olacaktır. Mesleğini seven ona dört elle sarılan bir hekim otomatik olarak insanları da sevecektir, insanların iyiliğini isteyecek,
onların iyiliği için çalışacaktır. Kaldı ki hekimliğin sürekli insan ve çoğunlukla acı çeken insan ile uğraşmasından, saat kavramı olmaksızın sürdürülmesinden kaynaklanan yıpratıcılığı, tıp doktorunun mesleğini sevmesi sayesinde katlanılabilir olacaktır ve de işini sevdiği için yaşam boyu mutlu olacaktır. Fakat yukarda belirttiğim ifadeler gerçek anlamda yani gerçek yaşamla ne kadar örtüşmektedir bu tartışılır!
Günümüzde Tıp Fakültelerinde insanların akademik başarıları biraz iyi ise buradaki akademisyenler daha öğrenimlerinin başında olan öğrencileri hekim olmaya özendirmeye başlarlar. Bu özendirme yapılırken öğrencide oluşan olumsuz güç ise: “Mesleğin iş bulmada, para kazanmada, sınıf atlamada,kariyer kazanmada etkili olduğu düşüncesidir”. Bu dönemde daha öğrenimin ilk yıllarında hekimliğe yönlendirilen öğrencilere hekimliğin nasıl para ve itibar getirdiği anlatılır.Yoğun bir temponun sonucu olarak Tıp Fakültesi’ni kazanan ve büyük bir heyecan ve aşkla öğrenime başlayan gençlerimiz birinci sınıfın ortasında hangi uzmanlık dalını seçersem para kazanırım düşüncesi ile tıp eğitimine TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı)hazırlığı da ekleme çabasına girişmektedir. Büyük bir yarışın şoku henüz atlatmamışken tıpa yeni başlamış öğrencilerin TUS denen sınava odaklattıran günümüz tıp eğitim sistemi gerçekten geniş çapta tartışılması gereken önemli bir konudur. Öğrenciler okulda kendi dersleri ile uğraşırken büyükler de bu zaman dilimi içinde boş durmayarak öğrencileri yönlendirmeye başlarlar.Öğrenci Tıp Fakültesi’ni bitirir, artık onun gözü TUS’ tan başka bir şey görmez. İşi gücü her şeyi o olmuştur artık öğrencinin. Zaten o esas doktor değildir ve olması için uzmanlaşması gerekir. Şansı olanlar TUS’u kazanır ve 4-5 senelik uzmanlık eğitimine başlar; günaşırı nöbetlerin tutulduğu, meslekte uzmanlaşmak için çaba gösterirken her türlü zorlukların yaşandığı bir eğitim… Ama olsun; öğrenci esas doktor olacak para ve itibar kazanacak, öğrenci bu bağlamda her şeye katlanmaya değer düşüncesiyle hummalı bir çalışma sergiler,bu çalışmanın sonucunda esas doktorluk unvanı alır ve gerçek iş yaşantısına merhaba der ve şöyle düşünür: “Gelsin paralar ve itibar.” O zamana kadar para ve itibar kazanması için bu mesleğe yönlendirilen hekimler, yine yönlendiren insanlar tarafından; senelerdir bekledikleri para kazanma anları geldiğinde bir anda paragöz ilan edilirler bu da işin garip tarafı!
Çoğu toplumlarda özellikle de bizim toplumumuzda işinde para kazanan, mesleğinde zenginleşen insanlar toplum tarafından onaylanır,saygı gösterilir, örnek insan olarak bizlere gösterilirken, para kazanmaya başlayan esas doktor toplum tarafından paracı yaftası vurularak kıyametler koparılır. Yıllardır para kazanma hayali ile yaşatılan, yaşayan hekimlerimizin büyük çoğunluğu hem beklediği parayı kazanamaz hem de itibar yerine paracı yaftası ile karşı karşıya kalır bunlar yetmezmiş gibi sağlık siteminde yaşanan sıkıntıların ,devletlerin uyguladıkları sağlık politikalarının asıl mağdurlarından biri iken büyük bir kısmının sorumlusu da hekimler ilan edilir. Yukarda bahsettiğim sevgi türlerinden meslek sevgisi, tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işinizi sevin demiştik. Sadece mesleğe yönlendirme ve mesleği seçme nedenlerinden bile bakıldığında; bizim toplumumuzun, bizim insanlarımızın hekimlere yaklaşımı hekimin mesleğini sevmesine, işini severek yapmasın ne kadar olanak sağlıyor dersiniz!
Son yıllarda fedakarca gece gündüz demenden görev başındaki hekimlere; ölüme varan ve sayısı hızla artan şiddetten, performans sisteminde fiziksel ve ruhsal olarak paralanmalarından söz etmiyorum bile…Yazıma yukarda örnek vererek başladığımız Çin Atasözüne bir cümle ekleyerek bitirmek istiyorum
“Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme yapın
Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avlamaya gidin
Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin
Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete konun
Tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işinizi sevin” demiş. Sadece işinizi sevin demiş cebinizi değil!