MEÂL HAKKINDA BAZI BİLGİLER Meâl آل ( e-v-l-) kökünden türeyen kelime olup "netice sonuç ve çıkarım" anlamına gelir. Te'vil de bu kökten gelir. Tefsiri ve Te'vili İmam Matürîdî, Te'vilat adlı Tefsirinin girişinde bunu açıklarken der ki: "Tefsir, Allahın bu ayetten muradı budur, dediklerimizdir. Te'vil ise, Allahın bundan muradı şu, ve ya öbürü, değilse bir bakasıdır, diye yorum getirdiklerimizdir". Öyle olunca Meâl de Te'vil anlamına gelmektedir. Ancak Meâl daha öz ve daha kısadır. Ashabı Kiram zamanında tefsir, sadece anlaşılmayan bir kelimenin yerine bilinen bir kelimeyi kullamaktan ibaret idi. Öğretmenleri Peygamber (sav) olan bu altın neslin öyle bir eğitim metotları vardı ki, cihan öyle bir nesli yalnız bir defa gördü. Olağan üstü bir gayret, dinledikleri zata sonsuz itimatları vardı. Allah Onu bizzat kendisi görevlendirdiği halde Peygamberin herkesten daha fazla sorumluluk alması ashap üzerinde çok olumlu etki yapmıştı. Tefsirleri uzun değildi, Kur'anı anlama diye bir sorunları yoktu. Ancak Kuran yorumları çok mükemmeldi. Mesela Ebû Bekir (Ra.) "siz Kur'anı okuduğunuz halde onun hükmünü başka yere mi koyuyorsunuz" diyerek gençleri uyarmıştı. Bu tür anlayış giderek iyice tefsir anlamına geldi. Hatta dördüncü asır tefsircileri te'vili bile tefsir anlamına kullandı. Tefsir giderek genişledi ve tevil, tefsir, rivayet, dirayet hep bir araya geldi. Ta başından beri pek çok zayıf rivayet tefsirlere sokuldu. Böylece hadise giren problemler tefsire de girdi. Yirminci asra girerken, günlerin biriktirdiği problemler altında bunalan kuşaklar suçlu aramağa başlamıştı. Sonunda suçluyu bulup suçu üzerine attılar. Suçlu müslüman alimlerdi, onların okuduğu okuttuğu kitaplardı. Bizim en zayıf tarafımız daralınca suçu üzerine atacak birini bulmamızdır. Ama suçu atmakla sorumluluğunda kurtulmuyor ki. Şimdilerde ne kadar dağınık görünse de büyük bir gayretle Kur'ana ve sünnete dönüşler var, binlerce emek var, göz yaşı var ve en güzeli Allahın nurunu tamamlayacağı müjdesi var. Meâl olsun tefsir olsun, inşallah bizim böyle dev bir işe soyunmamız, bizim de yazılı bir eserimiz olsun diye değildir. Ancak mesuliyetini bilen her insan gibi ömrünün tamamını bu uğurda sarf eden birinin sorumluluk almasıdır. Kendimizi her hangi birinin değil Allahın son kitabını okuduğumuza ikna etmemiz gerek. Çünkü Kuran baştan sona mesaj doludur. Mesajları bizim için de geçerlidir. Geçen çağdaki alimlerimiz ne kadar Kur'andan sorumluysa biz de kendi çağımızdan mesulüz. Merhum Akifin -görmediğim ama duyduğum kadar- metodu ile çalışmaya başladım. Küçük surelerde uğraştım durdum. Bazen bir adım ileri bazen bir adım geri giderek, bazen sevinerek bazen de üzülerek günlerimi geçirdim. Sonra edebiyat bilgimi tazeledim, arkasından bir yıla yakın Kur'anın uslup meselesini çözmeğe uğraştım. Allaha hamdolsun bu esnada o kadar zevk aldım ki anlatamam. Gecelerin uykusuzluğunu yorgunluğunu hiç duymadım bile. Nihayet hedefime ulaştım, Kur'anın hepsi ölçülüydü, ama belli bir kalıpta değil serbest parçalar halinde bir ölçü idi. Hemen hazırlıkları yaparak Rahman suresinin meâline başladım. Önce keimelerini tarayıp tek tek gözden geçirdim anlamlarının edebi yapıya uygunluğunu olup olmadığına baktım. Ve Bismillah deyip çalışmaya başladım. Aradan yine iki ay kadar bir süre geçmesine rağmen ben hala ses uyumuyla uğraşıyordum. Bir hayli takdim tehir, kelime uyumu, ses uyumu yeni kelimenin eskinin yerini alması derken yolun dörtte üçünü atlattım. Ama bir kelime bazen bir türlü yerine oturmayıp gece gündüz kelime aradığım oluyordu. Nihayet birgün öyle yorulmuşum ki masada uyumağa başlamışım, rüyamda yine kelime bulmağa çalışıyordum. Birden bir kelimenin tam uyduğunu görüyorum. Sevinçle öyle bir tekbir almışım ki, birden uyanıp rüya olduğunu anlayınca çok üzüldüm, ama o ne, sanki hakikat olan bir rüya görüyordum, evet rüyadaki kelime aynen benim bir türlü bulamadığım kelimeydi. İki defa daha buna benzer rüya görünce, her halde nasıl olsa rüyada bunuda görürüm mü dedim ne dedim, ama bir daha böyle tatlı bir ruya görmedim. Gelin kardeşler, Kur'anın Arapçasını bilmiyorsak mealini öyle yüce bir gaye ile okuyalım ki, Kur'an bize muhtaç olduğumuz mesajları sunsun, bize adeta konuşsun. Zira Kur'anda açık göründüğü halde tefsir edilecek nice yerler vardır. Hazreti Ömerin kendisine tercih ettiği Abdullah İbni Mesut (Ra) der ki: "Bize Kur'an geldi, onu okuduk ve tefsirini anladık, ama bizden sonra gelenler de onu okuyup bizim duymadığımız yeni anlamlar çıkaracaklar, bizim anladığımıza da ters düşmeyecekler." Sanatın sırrını ezelî Ressamdan okuyacak nice yiğitlere gebedir bu ümmet, daha açılmadık ne kapılar var. ورفعنا لك ذكرك "Biz senin adını yücelttik" ayetini tefsircilerimiz ""Ona salat ve selam getirmektir" diye doğru tefsir ederlerken, aynı ayet, sanatkarın elinde "Onun adını Allah yüceltiyorsa biz de Onun adını yüksek bir yerde okumalıyız" diyerek islam mimarisine minare gibi bir şah eser kazandırmışlardır . Biz bu yarışta hiç mi yer almayacağız gençler, ne dersiniz?