İşte yolumuz
DOĞRU YOL / SIRÂT-I MÜSTEQÎM -2-
Muzaffer CAN
Rasülullah (sav) Efendimiz de Abdullah ibni Mes’ud, Cabir b. Abdullah ve Abdullah b. Abbas (R. Anhüm) lerin yaptıkları bir rivayette şöyle geçer: Metin İbni Mes’udundur, ve Nesaî’nin Sünen-i Kübrâ’sındadır:
11109 - أَخْبَرَنَا يَحْيَى بْنُ حَبِيبِ بْنِ عَرَبِيٍّ، حَدَّثَنَا حَمَّادٌ، عَنْ عَاصِمٍ، عَنْ أَبِي وَائِلٍ، قَالَ: قَالَ عَبْدُ اللهِ: خَطَّ لَنَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا خَطًّا، وَخَطَّهُ لَنَا عَاصِمٌ فَقَالَ: «هَذَا سَبِيلُ اللهِ» ثُمَّ خَطَّ عَنْ يَمِينِ الْخَطِّ وَعَنْ شِمَالِهِ فَقَالَ: «هَذَا السَّبِيلُ، وَهَذِهِ سُبُلٌ عَلَى كُلِّ سَبِيلٍ مِنْهَا شَيْطَانٌ يَدْعُو إِلَيْهِ» ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ {وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا} لِلْخَطِّ الْأَوَّلِ، {وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ} لِلْخُطُوطِ {فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ} [الأنعام: 153]
Yahya b. Habib b. Arabi, Hammad b. Seleme, Asım yolu ile Ebu Vail’in Abdullah b.Mesut’un şöyle dediğini anlatı:
- Rasülullah (sav.) bir gün bize bir çizgi çizdi, Asım da onun nasıl olduğunu bize göstermek için çizdi) ve “şu Allahın yoludur” buyurdu. Sonra bu çizginin sağına ve soluna çizgiler çizip “bunlarda her bir yolun üzerinde Şeytan bulunan yollar olup o yola çağırmaktadır” deyip sonra “muhakkak benim yolum düm düz olan yoldur, ona gidin” ayetini okudu. Öteki çizgilere işaret edip “sakın şu yollara gitmeyin, O takdirde Allahın yolundan sizi alıkoyar (Enam 153) ayetini okudu.
Kuranda ve sünnette nerede ise bu kelimelerin esas manası hiç kullanılmadan hep mecazi anlamı kullanılmıştır. İnsanın yaptığına da yol denirse de onda hakikat manası kullanılır. Çünkü Kuran esasen 1- yoldan, 2- yolculuk şartlarından, 3-yolcudan, 4- yolcunun kurallarından bahseden kitaptır. Onda gördüğümüz her ayetin bizden yapmamızı istediği bir şey vardır. Ayet ister tarihi olsun, ister coğrafi olsun, ister emir isterse yasak olsun, ister gelecek zaman isterse geçmiş zaman olsun durum hep aynı kalır, ayet bizden kendine yaraşır, Anlamıyla uyum içinde bir talebi vardır.
Bunu şimdi biraz daha açalım: Kuran bir çeşit yolcunun “yolculuk el kitabı” gibidir. O bu yolculuğa doğar doğmaz başlayıp, bütün hayatını çepe çevre kuşatsa bile kişinin hayatı ile son bulmayıp, onun ta cennete, ya da cehenneme girmesine kadar devam eden bir yolculuktur bu. İşte işin bu yönü hesap edilirse Kuran-ı mü’cizül beyanın hayatımız içindeki rolünün ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır. O zaman görürüz ki bebek olarak dünyaya gelmemizle birlikte onu algıladığımız kadar sorumluluğumuz ufaktan başlayarak biz büyüdükçe mesuliyetimiz de büyür. Son nefesimizi verirken sorumlu olduğumuz şeylerin hepsi birer birer gözümüzün önünden geçerek ya yaptıklarımıza sevinir, ya da yapamadıklarımıza üzülür ve “ah keşke dünyaya bir daha gelsek yapamadığımız kulluğu yapsaydık” diye ah eder dururuz.
Arkası devem edecek.