BİZ KARAMAN'I TABİ SEVERİZ
Muzaffer CAN
Sevmek aslında tanıma ile alakalı olup bir şeyi etraflıca tanıyınca onunla aranızda sıcak bir ilgi başlar, ileri gittikçe bu duygu sevgiye dönüşür. Bizde sevgi kelimesi geniş kullanımına rağmen hala gelişimini tamamlayamamış olduğundan bazı kere yerini yabancı kelimeler almaktadır. Burada sevgi aşk anlamında kullanıldığından demin bahsettiğim sıcak ilgiye ve etraflı bilgiye ihtiyaç duyulmaz. Aşk gelince maddi göz görmez, kulak işitmez, el tutmaz ve akıl tartamaz olur.
Artık duyulara ve organlara hakim olan gönüldür, hiç bir sebep aramadan gönül gözü ile gören, gönül kulağı ile duyan, gönül eliyle dokunan, aklın takıldığı şeylerde hiç takıntısı olmadan karar veren bir gönül imparatorluğu yerleşir içimize. Artık ağzından dökülenler ağız suyu değil ancak nağmelerdir..
Şair ne güzel anlatıyor.
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin,
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin.
Mademki son şarkının kırık bir güftesiydin,
Niçin yarım bıraktın neden bırakıp geçtin.
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin,
Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın,
Aşiyan yollarından ses versem duyar mısın,
Hala beni düşünür, ve hala ağlar mısın,
Bir bahar seli gibi dalımdan akıp geçtin.
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin.
Gönül penceresinde ansızın bakan ama durmayarak duramayarak bir yangın yerinin küllerinin tutuştuğunu bir daha görmek istemeyen kim? Kimine göre bu bir biçare aşık, bana göre Karamandan koparılan insanın bilmediği bir diyara götürülürken son kere dönüp acele bakış attığı yurdundan ayrılmanın acı ifadesidir.
Karaman'a aşkla bağlanmışız, bu aşkın sebebini sormayın, çünkü gönül ferman dinlemez, sorunuza istediğiniz cevabı bilmez. Onun bildiği yalnız gönül sesleridir.
Gönlün elindendir feryad-ü zârım,
Bu nankör aşkımdan bende bîzarım.
Ruhum âzat olur belki mezarım,
Ayaklar altında dümdüz olunca.
Dizelerini söyleyen Rıza Tevfik gibiyiz, içimizde gönlümüzü yakan Karaman dertleri, dışımız hala yıkıntılarına ağlayan eski Larende, onunda adı unutulup eyaletin adı verilen eski kale içine sığınan bu günün Karamanı...
Gül derler bana gül derler, tam Karamanlıyı anlatıyor, gül ile gülmek kelimesinin emir kipi “gül” nasıl tezat örneği ise dünkü Karaman ile bugünkü arasındaki tezat da aynı. Ama Karamanlı karamanı sever, her şeye rağmen, her imkansızlığa rağmen sever. Burayı terk edip bir daha dönmeyenler, dönemeyenler bile sever yurdunu, unutamaz doğduğu evin yıkığını.
Mehmet Bilgiç hocayla (Allah rahmetine kavuştursun) beraber Beyoğlu'nun arka sokaklarından birini kullanarak yeni açılan otoyola doğru giderken İhtiyar bir kadın gördük, elinde pazar torbası, zorlukla yürüyordu. Ben şu kadıncağızı alıverseydik deyip arabayı yavaşlattım, ama bineceğine ümidim yok, bir sürü adam soyma hikayesi dillerde dolaştığı sıra. Rahmetli bana dur diye işaret etti ve arabadan indi. Yaklaşan kadına “anne şöyle buyur da gideceğin yere kadar götürelim” dedi. Kan ter içindeki kadıncağız, “sağ olun yavrum eve az kaldı” dedi, dedi ama hocanın yüzüne dikkatlice baktı, hocada kadına baktı ve durdular. İhtiyar kadın “len guzum sen ismet hanımı andırıveriyon yoksa sen neyidi adın, Mehmet miydi, İsmet hanımın başka çocuğu sanırım yoktu” deyince koca Bilgiç ağlayarak elini öptü kadını arabaya aldık. Yol boyu eski günlerini hatırlayıp Karamanı ve tanıdıklarını anlattı durdu. Meğer Karamandan İstanbul'a gelin giderken Mehmet hoca henüz iki yaşlarında imiş.
Tek annesinin ölümüyle bir daha Karamana gidememiş. O kısa ziyaretimizde bize eski Karamanlı olmanın ne demek olduğunu anlatmış ağlamış ve ağlatmıştı. Nur içinde yatsın.