DÜŞ DE GÖR
Mahmut TOPTAŞ
Siyasiler, binlerce omuz üstünde giderken, on binlerce el alkışlarken, otobüsünüz ilerlerken şehrin evlerinin pencerelerinden yolunuza gül yaprakları saçılırken o manzarayı bir de düş de gör.
Holdingciler, “Yaşa, Varol, başımızdan eksik olma” diye bağıran dillerin diken gibi battığını, alkış tutan ellerin ayakları altında çiğnenirken yattığını düş de gör.
Şeyhler ve hocalar, Yüzünüze karşı sahte gülücüklerle el-pençe divan duranlar, hayır dualarınıza muhtaç olduklarını söyleyenler, “ben bu yola kurban olurum” diyenlerin haince arkadan hançer sapladığını düş de gör.
Komutanlar, bir dediğinizi iki ettirmeyenler, “emredersin, başüstüne” diyenler, size gelecek kurşunlara göğüs germeye hazır olduğunu söyleyenlerin omuzlarında gezerken sizi taşıyan o omuzlar, sizin ayağınızı yerden kesen kaydıraklar da olabilirler.
Kabille başlayan ihanet, kıyamete kadar devam edecek.
Dost ve müttefik kabul ettiğimiz başımıza çuval geçirdiği gibi hala ülkenin başına çorap örmeye devam ediyor.
Aslında bizi düşüren onlar değil.
Düşkünlük Düşürür Bizi.
Makam düşkünü, servet düşkünü, şehvet düşkünü olanlar gözünü hedefe kilitleyince tuzakları göremezler.
Alkışlar, kulaklarımıza gelecek doğru sözleri engelleyen tuzaklardır.
Sinek bal tabağını uzaktan görürmüş.
Ne olduğunu araştırmak için tabağın kenarına konarmış.
Önce hortumunu daldırırmış. Tatlı gelince farkına varmadan ayakları, sonra kanatları bala dalarmış. Tam karnı doyunca “Şimdi kartallar gibi yücelerden uçarım” dermiş ama kanatlarını kıpırdatamazmış ve balın içinde ölür gidermiş.
“Ben, mala, makama, kadına aldanmam” demeyelim.
Biz Yusuf Aleyhisselâmın dediğini diyelim “Rabbim, hapishane bana, onların (zinaya) çağırmasından daha sevimlidir. Eğer sen bu kadınların tuzağını benden çevirmezsen, ben onlara meyl ederim ve cahillerden olurum.” (Yusuf süresi ayet 33)
En yakınlarınız, yıllardır arkasında sakladığı küflü hançerini arkanızdan sapladığında, alkış tutanların ayakları altında debelenirken karamsar olmayın, ümitsizliğe düşmeyin.
İşte bu günlerde o sizin adını unuttuğunuz, görmezden geldiğiniz, yüz vermediğiniz kadim dostlarınız gelecek ve aranızda hiçbir şey olmamış gibi sizin gönül yaranıza merhem, hançer yarasına panzehir olacak.
Bunlara “Kara gün dostu” denir.
Her ne kadar Şah İsmail:
“Biz de biliyoruz dostu kardaşı
Bulamadım bir kara gün yoldaşı
Dost geçinip bize gülen kallaşı
Bahasıdır satmak gerek bir pula”
Dese de “Kara gün dostu” her zaman olur.
Düşüncesiz iş ve sözleriyle kendisi millete bela iken belaya düşenler de karamsar olmasınlar.
Elden ayaktan düşmeden Hakka yönelip yanlışlarının afvını istesinler.
Hak onu severse halka sevdirir.
Siyaset girdabında boğulurken Allah ona bir “Kara gün dostu” gönderir ve boğulmaktan kurtarır
Her ne kadar Mehmet Akif merhum:
"Ya bu âlemde vefâ yok zâten,
Ya vefâsız bütün ebnâ-yı zaman; (Zamane çocukları)
Kime ok atmayı öğrettimse
Sonra bir gün beni de aldı nişan!"
dese de,
Şemsi Belli aynı anlamı:
“Taş yağmuruna tutmuşlardı dört koldan
Başı, bağrı açıktı
Bir tabanca verdim savunsun diye
İlk kurşunu
Bana sıktı” dese de,
Biz, Tevekkülümüzü yalnız Allaha yaparız.
Öz, söz ve davranışlarımızı, bize ihanet tuzakları kuran batılıların doğruluk kriterlerine göre değil, bizi yaratan, yaşatan ve yönetenin kriterlerine göre ayarlar ve Yunus’un dediğini der ve yaparız:
Herkim bana ağyar ise
Hak tanrı yar olsun ona
Her nereye varır ise
Bağ-u bahar olsun ona
Bana ağu sunan kişi
Şehd-ü şeker olsun aşı
Gelsin kolay cümle işi
Eli ere olsun ona
Önümce kuyu kazanı
Hak tahtın ağdırsın anı
Ardımca taşlar atanı
Güller nisar(saçılsın) olsun ona
Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür versin ona
Herkim diler ben har (diken) olam
Düşman elinde zar(ağlayıp inleyen) olam
Dostları şadu, düşmanı dost u ağyar olsun ona
Her kim diler ise benim
O dostumdan ayrıldığım
Gözlerinden hicap gitsin
Dîdar( yüz) ıyan olsun ona
Miskin Yunus’ûn dünyada
Güldüğünü işitmeyin
Ağladığım isteyene
Gözüm bahar olsun ona”
“Vefasız dost, ışığı olmayan mum gibidir” demişler.
Biz kendimizi yakma pahasına da olsa ışık vermeye devam edeceğiz.
Dana, büyüyünce anasını tanımasa da anne yavrusunu emzirmeye devam eder.
Gözümüzü oyacaklarını bilsek de biz, bülbülün hatırı için kargayı da beslemeye devam ederiz.
Civciv kendi kabuğunu beğenmese de yumurta yumurtalığını yapmaya civciv çıkarmaya devam edecek.
Dostlarımız bizim dünyamızı karartsalar da biz “Kara gün dostu” olduğumuzdan, biz onların dünyalarını aydınlatacağız.
“Eski dost düşman olmaz” diyeceğiz ve dostlarımızın hiç birini defterden silmeyeceğiz.
Deniz sahilinde denizin içinde bir taşın üzerine bir tahtıravalli konmuş.
Tahtıravallinin iki ucuna iki kafes konulmuş.
Kafeslerden birindeki kuşun kapısı açılmış.
Öbürününki açılmamış. Kafesten çıkan kuş uçup gitmemiş, kafesin üzerine çıkmış ve orayı terk edemiyor.
Çünkü o göklerde özgürlüğün tadını çıkarırken öbür kafesteki denizin dibine batıp boğulacak.
“Altta kalanın canı çıksın” diyenler, bir daha “Kuş beyinli” deyimini kullanmasınlar.
Bizim hem sözümüz hem davranışlarımız hem özümüz güzel olsun.
Dostlarımızı söz ve davranışlarından ziyade özlerine göre değerlendirelim.
Dostumun kirli çamaşırlarını sermemiz için düşman, altından ip gerse, gazete ve ekranlarını açsa biz, gözyaşıyla o kirleri yıkayacağız, yanan yüreğimizin ateşiyle kurutacağız ama teşhir etmeyeceğiz.
Rabbimize kulak vereceğiz:
“İyilikle kötülük denk değildir. Kötülüğü en güzel olanla gider. O zaman birde bakmışsın ki seninle arsında düşmanlık olan kişi sanki sıcacık bir dost oluvermiş.” (K.Kerim Fussilet 34)
Bu ayetin tefsirini “Şifa Tefsiri Cilt 7 Sayfa 24” den bir okuyuverin.