Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey.
Dededen babaya bir “Maarif Nâzırı” silsilesinin evlâdı.
Millî mücâdelenin coşturan, kudretli hatibi.
Merhum Mehmed Akif’e millî bir marş yazdırma hususunda muvaffak olarak, İstiklâl Marşı’nı mecliste ilk kez ve yoğun talep üzerine dört defa üst üste okuyup tarihe geçen kişi.
Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey
Meclis Kürsüsünde
Osmanlı edebî çevrelerinde evvela “Fecr-i Âti”ci, sonrasında “Millî Edebiyat”çı olarak tanındı. Makâle ve şiirlerinin teveccüh görmesi ile nâmı okuyucu arasında belirginleşti.
Edebî şahsiyetinin yanı sıra siyâsette da hayli etkin olan Hamdullah Suphi Bey, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda ve TBMM'de milletvekilli olarak bulundu. İki defa maarif vekilliği (Eğitim Bakanlığı) yaptı.
Devlet vazifelerinin yanı sıra muhtelif sivil toplum kuruluşlarında ve bilhassa “Türk Ocakları”nda varlığını hissettirerek, söz konusu cemiyetin uzun seneler başkanlığını deruhte etmiş ve dolu dolu geçen bir ömrün ardından 1966 senesinde hayata gözlerini kapamıştı.
Yerimizin imkânları sebebiyle kendisine dair malûmatları şimdilik nihâyete erdirerek, Hamdullah Suphi Bey’in hayatında bizi, yani Karaman tarihini alâkadar eden kısmına girizgâhımızı yapalım;
Anadolu’nun çile ve ıztırap dolu yılları artık sona ermiş ve 1924 senesine gelinmiştir.
Aynı sene içerisinde maarif vekilliği vazifesine getirilen Tanrıöver ve ekibi, bu fedakâr milletin seneler boyu ilmek ilmek işleyerek belli bir kıvama ulaştırdıkları gündelik eşyalarından ve bazı âbidelerden nakledilebilecek ebatta eserlerden teşekkül edecek bir müze kurmak için kolları sıvarlar.
Mekân olarak da Ankara'nın "Namazgâh" diye bilinen semti seçilir.
Başlangıçta adı devlet müzesi olarak anılmakla beraber, daha sonraları ise hepimizin bildiği ismiyle "Etnografya Müzesi"ne dönüşecek müessesenin artık temelinin atılmasına sıra gelmiştir.
Nitekim yukarıda gayet usta bir hatip olduğundan bahsettiğimiz Bakan Hamdullah Suphi Bey, 28 Eylül 1925 günü temel atma töreninde irâd ettiği nutkunda -ki 1928'de nutuklarını "Dağ Yolu" adını verdiği bir kitap olarak neşredecektir- neden böyle bir müzeye ihtiyaç duyulduğunu ve yurtdışında gördüğü eserlerimize içinin nasıl yandığını esefle anlatır.
Tanrıöver bu nutkunda, bir seyahati esnasında Münih Müzesi'nde sergilenen ve Karamanoğulları'na ait olduğunu tespit ettiği sırça sandukalara rast geldiğini de söyler fakat eserlere dair ayrıntıya girmez.
Temennimiz, devletimizin bu hususta gerekli hukukî süreci başlatarak, gurbette mahsur kalan ecdad yâdigârlarını birgün yeniden bu topraklara döndürmesidir.
Dilerseniz yazımızı daha fazla uzatmadan nutkun ilgili kısmını da paylaşalım;
"Sanat ve tarih seviyesi taşıyan hangi Türk, garp müzelerini içi kan ağlamaksızın ziyaret edebilir?
Sanat aşk ve hürmetini unuttuğumuz asırlarda çok uzun süren bir muhâceretle, her biri değer ifade edilemeyecek kadar mümtaz ve müstesnâ olan birçok dehâ eserleri yabancı müzeleri zenginleştirmek için bizden uzaklara gitti.
Parteon’un saçakları altındaki mâbutlar Lord Elze’in (Elz) isteği üzerine padişahın iradesi ile British Müzesi'ne intikal etti.
Berlin Müzesi'nde Abdülhamit’in bahşettiği Bergama yadigârlarının (Sultanın hediyesi) kaydını taşıyan Almanca bir kitâbe ile teşhir edilmiş gördüm.
Luvr’da, Piyale Paşa Camii’nden giden çini levhayı, Köln Müzesi'nde Anadolu’nun bizde bir misli olmayan tabak koleksiyonlarını, İtalya müzelerinde Bursa kadifelerini, Münih Müzesi'nde Karamanoğulları’nın sırça sandukalarını, Müze Dezenvalid’de Türk sanatkârlarının yaptığı ve her biri zamanına nazaran tunçtan bir dev denilmeğe layık topları, silahları seyrettim…"
Hamdullah Suphi, Dağ Yolu, Ankara, Türk Ocakları Merkez Heyeti Matbaası, 1928
Etnografya Müzesi - Ankara