Hepimizin malumudur ki, edebî bir eserin zirveye yükselişi kolay olmaz. Zîra, öncelikli olarak işlediğiniz mevzuların çarpıcı olması ve bunun yanı sıra zekânız ile elinizdeki malzemeyi en iyi kıvamda yoğurup, üzerine bir de üslûbun câzibesi ile harmanlayarak okuyucuda esaslı bir lezzet bırakmanız beklenir.
Başlıkta zikrettiğimiz Çalıkuşu Romanı da gerek işlediği konularla, gerekse o latif Türkçesi ile çok okunanlar listelerinden senelerce hiç inmeyen ve bu haklı başarısı sebebiyle artık klasikleşen bir eser olmuştur.
İşte, yukarıda saydığımız unsurları büyük bir ustalıkla bir araya getirerek, yıkılan imparatorluktan yeni devlete geçiş dönemine damgasını vurmuş mâhir ve üretken yazarlarımızdan biri de hiç şüphesiz Reşad Nuri Bey idi. (Güntekin)
(Reşad Nuri Güntekin, 1889-1956)
Altmış yedi senelik ömrüne onlarca roman, hikâye ve tiyatro oyununu sığdıran yazarımız, “Millî Edebiyat” akımıyla başlayan, halka ve halkın gerçeklerine yönelişin Anadolu'ya erişen ilk başarılı temsilcisi sayılır.
Bu başarıyı da elbette, meselelere kendine has gözlemci, gerçekçi kalemi ve sevecen yaklaşımı ile eserlerini geniş kitlelere ulaştırarak elde etmişti.
Bunların yanı sıra, o, dili oldukça temiz, yalın ve âhenkli kullanmış, kendine özgü bir güzellik ve akıcılık meydana getirmiş; kitaplarındaki hâdiseleri lisânımızda tabii bir hâlde bulunan kelimeler ile yansıtmayı yeğlemiş idi.
Şimdilik hakkında kısa bir malumatla yetineceğimiz usta yazarımız, “Anadolu Notları” adını verdiği ve millî eğitim müfettişliği vazifesi esnâsında (1928-1939 yıllarını kapsaması kuvvetle muhtemel) aldığı notlardan oluşan, ince bir gözlem kâbiliyeti ile ortaya koyduğu seyahat izlenimlerini iki ciltlik bir kitap hâline getirmiştir.
Düzenli ve kronolojik bir seyahatnâme olmayan Anadolu Notları'nın özgünlüğü, zamanında tutulmuş küçük notlara hâtıra ve çağrışımların da eklenmesiyle bir çeşit-deneme hüviyeti kazanmış olmasındandır.
Yazarımızın kaleminden dönemin Anadolu şehirleri ile bunları birbirine bağlayan yollar; otel, han, lokanta gibi yerler; at arabası, kamyon, otomobil, tren gibi yolculuk araçlarının yanı sıra Anadolu insanın özellikleri, yoksulluğu, mahrumiyeti, aydın kişilerin ve dönemin ileri gelenlerinin sorumlulukları; eski hayatın alışkanlıklarından modern hayata geçişin uyumsuzlukları ve gülünçlükleri, tulûat tiyatroları, kahve ve cambazhâne gibi eğlence yerleri, bütün zorluklara rağmen şikâyetsiz ve hafif mizahî bir tarzda anlatılır.
Yine bir vakit, vazife gereği yolu Orta Anadolu’ya düşen Güntekin, o günlerde kullanım sahası olan; fakat günümüzde artık ismi bile unutulmuş bir demir yolu vâsıtası “Otoray” ile seyahat etmiş, bu esnâda bölge insanına, içinde Karamanlılar da dâhil, dikkat çeken ve bir o kadar da esef verici tespitlerini şöyle dile getirmişti:
“Niğde’den epeyce uzaklaştıktan sonra yol arkadaşlarımdan birine;
- Buralarda bir Andaval olacak, dedim, acaba ne vakit geleceğiz?
O, eliyle yolun sağındaki bir tepeyi gösterdi:
- Nah işte… Biraz evvel geçtik, dedi.
- Neye durmadık ya?
- Andaval’da durulacak ne var ki?
Bu Andavallı kelimesi ikimizi de gülümsetmişti. Niğdeli yolcu ile Faruk Nâfiz’in han meselesinde nasıl kolay anlaştıksa, bununla da andavallı kelimesi üzerinde öyle anlaşmıştık. Andavallının Türkçede ne mânâya geldiğini ve nasıl kimselere verilen bir sıfat olduğu malumdur.
Buralarda öyle bir topraktayız ki nasıl mahsul yetiştirdiğini pek bilemiyorum. Fakat yetiştirdiği insanlar gayet zeki, açıkgöz ve kan kırmızıdır.
Önümüzde Kayseri, solumuzda Nevşehir, arkamızda Niğde, daha sonra Karaman…
Kayserili, Nevşehirli, Niğdeli ve Karamanlı tabiatın ateş gibi, su gibi önüne durulmaz kuvvetleridir.
İstanbul’da asırlarca en kuvvetli idâre ve iş adamları onlar arasında yetişti. İktisadî hayat dediğimiz şey onlarla başladı. Balık Pazarı'ndan Bâbıâli'ye kadar her sahada onlar dâima birinci sınıf insanlar olarak kendilerini tanıttılar.
Şimdi, nasıl oluyor da bu son derece bereketli zekâ tarlasının ta merkezinde aynı iklim şartları içinde yetişen Andavallılar memlekette saf ve bön insan timsali olarak şöhret alıyorlar?
Bugüne kadar hiç aklımdan geçmeyen bu mesele, beni birden bire sarsmıştı.”
Lezzetli dil, güçlü kalem, esaslı düşünce sahibi olmak bilgi yolundaki sabırlı emekle mümkün. Böyle bir yazı ise o emeğin ürünü. Karaman ve ülkemiz bu kalemden giderek daha çok ışık alacak. Bu görünüyor. Sevgimle Hasan'ım.