Devlet-i Âliyye’nin çileli günleri idi.
Rivâyet olduğu üzere, iç ve dış gaileler ile mücâdele etmekten epey yorulan Sultan 2. Mahmud, etrafındakilere; “Bana öyle bir söz bulun ki onu yüzüğüme (mührüme) kazıtayım ve sıkıntılı zamanlarda ona baktığımda beni ferahlatsın!” der.
Bunun üzerine bütün İstanbul’a haber salınır, herkes sultana layık bir cümle bulmak için çabalar. Fakat bu vasıfta bir söz maalesef bulunamaz.
Günlerden bir gün, Süleymaniye’de cemaat bu mevzuu üzerine konuşurken, Bağdat diyârından geldiğini bildikleri esrârengiz bir dervişe vaziyeti arz ederler.
Derviş olanları dinledikten sonra biraz tebessüm ederek, Acemlilerin büyük şâiri Senâî’nin şu kıtasını Farsça okumaya başlar;
“Vefan çok azaldı, bu da geçer
Cefan ise çoğaldı, bu da geçer
Bundan önce iyiydi bakışın
Artık kötü ne diyeyim, bu da geçer”
İşte, şiirin içerisinde redif olarak geçen “în nîz begüzered” yani “bu da geçer” ifadesi çok beğenilir ve “ya Hû” ibâresi de ilâve edilerek sultana arz edilir.
Neticeden gayet memnun olan 2. Mahmud, bu cümleyi devrin ve de hat tarihinin en büyük üstadlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye yazdırtarak mührüne/yüzüğüne işletir.
("Bu da geçer ya Hû", hicrî 1365 - milâdî 1943 tarihli bir hüsn-i hat levhası)
Yakın mâzîmizden verdiğimiz bu örnekle demek isteriz ki;
İnsanlığın zillet çukurunda iyice debelendiği bir devri -maalesef- yaşıyor olsak da, zulüm yeryüzünde hiçbir zaman pâyidar kalamayacak ve kimselere yâr olmayan bu dünya o zâlimler gürûhunu da öğütüp bir kenara atacak. Buna inancımız tam.
Ne ki, bir zamanlar bizde bu inancı diri tutan; ilimle, hikmetle harmanlanmış “sözlerimiz” ve bundan gıdalanan bir “sanatımız” vardı.
Dolayısı ile ecdâdımız, “Anadolu İrfânı”nın sadra şifâ bu veciz sözlerini evinin duvarından, çeyiz sandığına kadar her yerde bulundurur ve onlarla tâbir-i câzise “motive” olurdu.
İşte, bu iki güzelliği bir arada yaşatan, 19. asır imâli olduğu düşünülen ipek işlemeli bir kaneviçemiz… Bakınız ne diyor;
“Zâlimin zulmü var ise mazlûmun Allah’ı var,
Bunda cevretmek* kolaydır yarın Hakk’ın divânı var!”
(*Cevretmek: haksızlık ederek incitmek, zulmetmek)
Ârifane bir başka örnekle devam edelim;
Üç tarafı al bayrağımızla çevrili ve Muharrem-1327 (Ocak-1909) tarihi düşürülen ibretlik bir örtümüz… Nakkaşın sağ alt kısma adını mütevâzi bir şekilde işlediği (Aişe) bir şaheser… Zulmün her daim mağlup olacağını gelecek nesillere âdeta haykırıyor;
“Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser
Mâni-i rızk olanın rızkını Allah keser”
(Zâlim kişinin isteklerinin, arzularının bağını mazlumun bir "ah”ı keser atar, rızka engel olanın da rızkını Cenab-ı Hak keser)
Sade hâlihazırdaki zâlimler için değil, her devrin zâlimleri için kulağa küpe olası sözleri bizlere armağan eden şanlı ecdadımıza rahmet olsun.
Dilerseniz kapanışı da Giritli Sırrı Paşa'nın (1844-1895) şu müthiş beyti ile yapalım;
“Zâlimlere mehl olmasa matlûb-ı İlâhî
Bir demde yıkar âlemi mazlûmların âhı”
(Eğer Allah zâlimlere mühlet vermek istemeseydi, mazlumların ahı bir anda dünyayı yıkardı