Türk dili altından daha kıymetli, ışıktan daha ferahlatıcı bir dildir; ruh, söz ve yazının Türk dilindeki kadar böylesine temelden vücut bulduğu başka bir dil yoktur.
Ve Karaman Türk dilinin en güzel konuşulduğu yerdi eskiden; çünkü Karaman Türkçe’nin nefes aldığı ana yurdun ta kendisidir.
Ne diyor Yunus:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz”
Sözün güzelliği, değeri bu kadar anlatılabilir ancak!.. Türkçe’nin güzelliklerini, dilimizin söz varlığını gürül gürül çağlardan geçirip zamanımıza akıtan dilin ustalarını, en başta da “Karamanlı Yunus Emre”yi saygıyla anıyorum.
Yaşamı nasıl seviyorsak, iyiliği, güzelliği, içtenliği; dilimizi de öyle sevmemiz gerekir. Bir dili en çok edebi ürünler yaratanlar sever, dilin yaşamışlığı, canlılığı bu ustaların kaleminde, dilinde ifadesini bulur, düşünce ve sanat gücü, dile doğruluk, anlatım gücü ve açıklık verir. Dille edebiyat arasındaki bağ öylesine kuvvetlidir ki, birisinin aracılığına başvurmadan öbürü düşünülemez. Türkçe’nin zenginliği ve güzelliği, Yunus Emre’nin ve bir çok değerli ozanın şiirlerinde olduğu gibi kendisini gösterir. Türkçe’nin bir edebiyat dili olmasında Yunus Emre’nin ayrı bir emeği, ayrı bir yeri vardır. Sevgi dolu, çoşku dolu, gönül sesinin Türkçesi Yunus Emre’de bütünleşmiş, Türk halkı öz dilini, kendi iç dünyasını Yunus Emre’de bulmuştur. Yunus, Türk insanının tercümanı, gönül sultanı olmuştur.
Türkçesi bozuk aydınlar son yıllarda oldukça çoğaldı. Elbet yazarların içinde de bundan pay alanlar var. Eline kalemi alıp ben yazarım diyen bir kimsenin kendi dilini bilmiyor olması hiçbir zaman bağışlanamaz.
İkinci bağışlanmayacak olanlar, Türkçeyi “en zor ders” yapanlardır. Öğrenciler en çok bu dersten korkarlarsa, dillerinin güzelliğini, zenginliğini nasıl öğrenecekler, nasıl eğitilecekler, bilgiyle kültürle donanmış kişiler nasıl olabilecekler?.. Öğrencileri Türkçeden soğuttuğunuz zaman, okumaktan da soğutmuş olursunuz ellerine bir kitap alıp okumak onlara gereksiz gelirse zamanla öz kültürlerinden bile uzaklaşırlar her yönden yozlaşırlar ve yaşadıkları çevreyi de bozarlar.
İçimizde büyük bir edebiyat duygusu uyandıracak bir eğitim sistemine ve eğitimcilere gereksinmemiz var.
Hani romanlarda okuruz, adam yaşını başını almıştır, olaylar karşısında eski bir Türkçe öğretmeninin sözünü anımsar. Böyle öğretmenlere ihtiyacımız var. Yalnızca aruzu, hece veznini öğretecek öğretmenlere değil!..
Üçüncü bağışlanmayacak olanlar, çarşılardaki, caddelerdeki tabela ormanlarına Türkçeden başka her şeyin yazılmasına izin verenlerdir.
Tabelalarda, vitrin camlarında Türkçenin anlatım gücünü, zenginliğini ortaya koyan bir kelime dünyasına niçin yer verilmiyor?
Bir destan, bir türkü gibidir bizim Türkçemiz oysa!..
Bir toplumun kültür birikimi, yaşantısındaki değişmeler, atılımlar, bilincinin altına işlenmiş görgü ve gelenekler, kısaca yeni bir düzene uyma çabası en iyi şekilde dilinde görülür.
Ben eski Karaman’ı birde bu yüzden çok severdim; İnsanların kullandıkları sözcüklerin, deyimlerin, atasözlerinin, ilençlerin, sövgülerin, yergilerin, yakarışların müthiş bir imbikten süzülmüşlüğü, yumuşaklığı, zenginliği vardı. Karaman’da eskiden konuşulan dil Anadolu’nun öz Türkçesiydi. Oysa şimdi bakıyorum da o güzelim Karaman Türkçesi de yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutuyor. Bir ırmak gibi yüzyıllardır akan o güzelim dil, cılızlaşmış, yavaş yavaş kuruyor. Bağrında zengin ananeler taşıyan bir tarih ve kültür şehrinin bu kadar çok yoz hale düşmesine bütün kalbimle üzülüyorum.
Türkçe konusunda bilinçli hareketin mecburi olduğu nasılda belli oluyor değil mi? Türkçe’nin güzelliğini ve özelliğini bozan her şeye karşı durmalı, her fırsatta bir dil bilinci yaratmalıyız.
Son söz olarak; “Yaşayan dili yakalamak çok önemlidir.” diyorum ve
Fazıl Hüsnü Dağlarca bende çok emeği olan büyük bir şairdir;
onun bir şiiriyle veda ediyorum:
“ Soluğumda soluğun.
Seslenir seni bana “ova”m, “dağ”ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak... ki yüce atalar, bir al... ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım.”