ESKİ KARAMAN’DA KOMŞULUK
HASAN BARAN
Çocukluğumda evlerde şimdiki gibi musluğu açınca gürül gürül akan sular yoktu, mahalle çeşmeleri vardı, bu çeşmelerin bazıları mahalle aralarında çoğunlukla da camilere bitişik olurdu. Su, insan hayatının devamlılığı için vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğu için, o çoğunluğu eski ve hayrat olan çeşmeler boyut olarak küçük, fakat yaptığı hizmet açısından çok büyük bir öneme sahiptiler. Aynı zamanda bu mimarî anıtlar, Karaman’ın sokak, cadde ve meydanlarını zenginleştiren birer odak noktalarıydı.
Suyu temin etmek için bu çeşmelere giderlerdi, bazılarının musluğu olur, içilecek tertemiz bir su akar, bazılarının da suyu içilmez, geniş demir bir borudan kesintisiz sarımsı akar dururdu, bu su temizlik ve sulama işlerinde kullanılırdı ve bu suya ‘çürük su’ derlerdi. Komşuluk benim çocukluğumda vazgeçilemeyen, çok önemli bir şeydi. İnsanlar uzak bir yere gitse akrabalarından çok, komşularını özlerlerdi,
“En çok neyi göresin geldi?” diye sorulduğunda.
“Komşularımı göresim geldi!” derlerdi. Komşular imece usulü birbirlerine yardım ederlerdi. Yardımlaşma ile erişte kesilir, şehriye dökülür, bulgur kaynatılırdı. Komşuda pişen ekmek, kaynatılan bulgur ve pekmez koktuğu için; zengin olsun fakir olsun komşulara dağıtılırdı. Kendi evinin bahçesinde meyve ağacı bulunan kimseler, bu ağacın semeresinden ‘göz hakkı’ olarak meyve ağacı olmayan komşulara dağıtırlardı. Başı dara düşenin ilk varacağı yer komşusuydu. Komşularından biri azıcık üşütüp yatağa düşse, bütün mahalleli ona, çorbalar, kaynamış nane-limonlar, ıhlamurlar götürmek için birbirleriyle yarışırlardı. Başına bir iş gelip günlerce evinden yurdundan ayrı kalmak zorunda kalanın, tavğuna, çiçeğine aylarca bakılır, çocuklarına kendi çocukları gibi kol kanat gerilir, onlara analarının babalarının yokluğu hissettirilmezdi.
‘Denilebilir ki, şimdi herkes geçim derdine düşmüş, ekonomik sıkıntı var. Peki, o zamanlar o mert komşuların, o güzel, iyi insanların neleri vardı ki?
Bir gazocakları vardı yemek pişirdikleri, bazılarının o bile yoktu, ocak ateşinde yemeklerini yaparlar, petrol lâmbalarının isli ışığında aydınlanırlardı! Çorapları, pantolonları, etekleri birçok yerinden yamalıydı, sıkıntı çeken bir nesildi bunlar.
Ocak ateşinden artakalan külü atmazlar, onunla bulaşıklarını yıkarlardı. Tenekeden düğme kutuları olurdu her bir evin, içinde envai çeşit düğme bulunurdu, bir gömleğin düğmesi mi kırıldı hemen düğme kutusu açılır; gömleğin yakası mı eskidi yaka ters yüz edilirdi. Bir yeri mi yırtıldı, hemen iğne ipliğe geçirilir, gömleğe uygun bir parça bulunur yama yapılır; gömlek giyene dar mı gelmeye başladı hemen evin içinden uygun birine giydirilir, yoksa dışarıdan ihtiyacı olan birine verilirdi. Şimdiki gibi, yatak odaları, oturma odaları grupları falan nerede! Çamaşır makinesi, deterjan nerede; bir kalıp koca sabunu, tahta çamaşır tokacını alan ya evinin avlusunda çamaşırını yıkar, ya da hamama gider orada hem kendisi yıkanır, hem de çamaşırını yıkardı. Buzdolabı lüks olduğu, herkes alamadığı için tel kafesli tahta dolaplar vardı, sinekler, kediler ulaşamasın diye, yiyecekler orada muhafaza edilirdi.
Ellerinde Mushaflar, başlarında beyaz tülbentler ile dua eden teyzeler, o yokluk günlerinde bile mutlaka aşure yapar bütün komşulara dağıtırlardı. Yoldan geçen yabancıların, çocukların doya doya aşure yemeden geçip gitmelerine asla gönülleri razı olmazdı, içine karanfil atılmış aşure kokuları sokaklardan günlerce gitmezdi.