HASAN BARAN
Bir anne her zaman bir kraliçedir ve kucağında bir çocukla bir anne görmekten daha güzel bir şey yoktur; etrafında birçok çocuğu olan bir anneden daha saygıdeğer bir şey olamaz.
Anneleri en çok duygulandırıp, sevindiren bir demet kır çiçeği ile bir sarılıp öpmektir, onlar evlatlarından pek bir şey beklemezler. Benim bir demet çiçek vereceğim annem olmadı, ben böyle bir şeyi hiç yaşayamadım, çocukluğumda, elimde bir demet çiçekle ne anaya sarılabildim, ne babaya sarılabildim, zaten kardeşimde yoktu sarılabilecek, sarılacak akrabamda olmadı, ömrüm öyle geldi geçti işte!..
Kimsesizdim ve kendimce mutlu olmaya çalıştım sadece. Mutlu olmak zor mu, kolay mı?.. Şöyle bir dışarıya baktığınız zaman kaç kişi mutlu, kaç kişi mutsuz görünüyor. Hiç bakıp düşündünüz mü, kaç kişinin içi mutlulukla, yaşamakla dolu?
Bir iç huzuru olmalı insanın. En kötü halimizde bile yaşamak güzel diyebilmeliyiz. Ne demiş koca şair: “Yaşamak güzel şey be kardeşim!” Hayatın değerini bilmek ve tadına varmak bu sayede mümkündür ve dünyada, bir başkasına açılan büyük bir ruhu görmek kadar hakikî sıcak sevinçli bir iç huzuru yoktur.
Ne diyor Sait Faik: “İnsanları sevmekle başlar her şey.” Önce anneleri seveceğiz efendim. Onlar annedir, onlar sevgidir, hürmettir, gülümsemedir, huzurdur, mutluktur. Annelere hürmet, sevgi göstermeyenler, hayatın anlamını kaybetmiş, bencil, acımasız, duyarsız kimselerdir.
Dünyada her şey çekilir, yalnız bencil insan çekilmez, arka arkaya gelen bencillikler çekilmez. Anneler, hayatlarının hiçbir döneminde bencil olmazlar, kötülere karşı sert dirençli olmak için belki bencil olmaya çalışırlar, ama onu da beceremezler. Eğer yaşamanın güzel olduğunu söylüyorsanız; hadi bunu hayatınızda uygulayın, hiç tanımadığınız bir anneye yolda sevgiyle, hürmetle gülümseyin.
Bir anneye bir insana sevgi veren ona yüreğini gösteren insan, ağaçların gölgesi altında oturamayacağını da bilse, kıraç bozkırlara ağaçlar diken iyi yürekli bir çiftçiye benzer. İnsanlarla bir şeyler paylaşmak onlara sevinç, mutluluk vermek, karşılık beklemeden iyilik yapmak ne zor, ne keyifli, ne muhteşem bir şeydir; insana müthiş bir sevinç, iç huzuru verir.
Mutlu olmak zor mu, kolay mı?..’ diye, sordum ya, bunu kendi adıma yanıtlıyorum: Mutlu olmak kolay. İşte ben hiç annem olmadan, bir ana kucağı görmeden, bütün annelerin sevgisiyle mutlu oldum ya!.. Biz insanlar niye bekleriz ki, hep ileriki bir zamana erteleriz mutlu olmayı, şimdiden bugünden küçücük şeylerle mutlu olmayı denesek, nasıl olsa hayat öyle de böyle de geçip gitmiyor mu? Sizce de her şey bir gün elimizden kayıp, kuş gibi uçarak bizi terk etmeyecek mi? Aşık Veysel’in dediği gibi: “İnsan iki şekilde anılır; biri iyilikle, öbürü nefretle” İyilikle anılmak istiyorsanız, insanlara sevgi vereceksiniz.
Ben değerli anneleri ömür boyu iyilikle ve sevgiyle anacağım. İnsanların âhını almamak lazım, hele anaların âhını asla!.. Klâsik şiirimizin son temsilcilerinden Muhyiddin Râif, şu rubâisinde âhın gücünü, kuvvetini ne güzel anlatıyor: “Bir âh deyip de geçme öyle Bir âhdadır Celâl-i Zâtı Bir âh semâyı arşı sarsar Bir âh yıkar bu kâinatı.” Yine büyük bir şair, Karamanlı Nizâmi; kucağında yavrusunu emziren bir anne görünce; “Gözlerüm gümüşe döndi yüzüm altun gibidür” der. Annelerin en çok dikkat çeken yanlarından biri evlatlarına düşkünlükleridir, bütün edebiyatların konuları arasında yer alır bu; hatta Nev’inin bir beyitinde annenin gözlerinden süzülüp dökülen göz yaşı bir çocuğa benzetilmiştir.
Son olarak vereceğim örnek, bir çocuğu evlatlık alma ile ilgili bir merâsimi yansıtıyor. Eskiden; çocuğu evlâtlık alacak anne, onu yakasından, gömleğinin içinden geçirirmiş, Divan Edebiyatı şairlerinden Şakir’in aşağıdaki beyitinde bu hususu tesbit ediyoruz: “İlik gibi geçürdüm yakadan bir öksüzce tıflı Girîban-ı vasla yâ’nî bir dürr-i yetîm aldum” Maalesef benim ne bir demet çiçek uzatabileceğim bir anam, nede beni gömleğinin içinden geçiren bir analığım oldu!.. Annelerin kıymetini bilelim. Cennetin kapılarını ayaklarının altında taşıyan ay gibi nurlu annelerin “Anneler Günü”nü kutlar, ellerinden öperim.