Çoğu insan bu dünyadan hiç göçüp gitmeyeceğini sanır; anlamsız
bir mal, mülk sevdasına kapılır…
Oysa insanoğlunun bir yaşam yılı vardır.
Yaşam yılı uzun olsa da kısa olsa da bir gün ölüm kapıyı
çalar…
Ölümden kurtuluş yoktur…
Dünyaya ilk insanın gelişini 200 bin yıl önce olarak kabul
edersek o zamandan bu zamana kaç neslin geçtiğini siz hesaplayın...
Hesaba da gerek yok. Bu dünyadan kimlerin gelip geçtiği
ortada…
İnancımıza göre de ölüm kaçınılmaz. En çok vurgu İnsanoğlunun
ölümlü olduğuna…
Mesele ölümü dillendirmek değil içselleştirmek.
Mesele biraz da içselleştirme meselesi galiba…
Ölümlüsün İnsanoğlu!
Yaş biraz ilerleyince daha çok fark ediyor insan ölümlü
olduğunu...
Son günlerde ne kadar çok ekran yüzü ya da tanınmış kişi bu
dünyadan göçüp gitti farkında mısınız?
Nerdeyse bir dönem resmen sona erdi.
Mistik bir felsefenin alt yapısını doğrulamak değil derdim.
Hayata dört elle sarılmaktan bahsediyorum.
Yaşanan her günün hakkını verelim diyorum.
Küçük hesaplardan, ayak oyunlarından, dünyevi hırslardan
arının diyorum.
Kısacık ömürde kalıcı olabilmek, iz bırakabilmek tek amacınız
olsun diyorum.
Dünyayı güzellik kurtaracak diyorum.
Sevgi, saygı; dostluk, kardeşlik; sanat, bilim konuşun,
kalıcı işler yapın, adınızı tarihe altın harflerle yazdırın diyorum.
Tek gerçek kendinden iz bırakmak tarihe, gerisi hikâyedir
diyorum.
Geçmişe şöyle bir bakın!
Boş boş yaşama dünyayı ya varsın ya da yoksun diyorum.
Ölümlüsün insanoğlu diyorum…