[ŞEHRİN ALTIN İNSANLARINDAN PORTRELER-1]
ALTIN ŞEHRİN SADIK NEFERİ
REMZİ TARTAN
Celal Yıldırım
“Primus İnter Pares”
Geride Kalanlar
Yaz bitti. Karaman’a veda edip, kürkçü dükkânına döndük. Bu dönüşün ardından geride bıraktıklarımı düşündüm. Geride bıraktığım altın değerindeki insanları... Bu insanları sadece düşünmek yetmez, artık yazmak da gerekir. Öyleyse yazmaya başlayalım. Ve “primus inter pares” diyerek önceliği Remzi Tartan’a verelim. Çünkü ben bu satırları yazarken(18 Ağustos’ta) meğer o da yeni yaşına girmiş. Tevafukun böylesine diyecek bir şey bulamıyorum. Bu yazıyı doğum günü hediyesi olarak Remzi Ağabeye takdim edip, yazıma başlıyorum.
Şehrin altın insanlarından
Bundan yıllar önce Tartan İş Merkezi tabelasının yanındaki giriş kapısında durdum ve otuz beş basamaklı, benekli beton merdivenleri tırmanmaya başladım. On yedinci basamağından itibaren burnuma ağır ağır pipo dumanı kokusu dolmaya başladı. Yirmi dördüncü basamaktan sağa döndüm, duman kokusu daha da belirgin bir hale geldi. Nihayet otuz beşinci, yani son basamaktaydım. Sola döndüm, karşımda kısa bir koridor vardı. Onun sonundaysa beyaz renkli ahşap bir kapı. İçeri girdiğimde içi lebalep kitap dolu raflar gördüm. Tam karşımda demir ayaklar üzerinde yükselen eski bir büro masası, onun üstünde yine kitaplar vardı. Odada pipo ile sigara dumanı iyice hercümerç olmuştu. Benim gibi koyu bir Yeşilaycı için keskin bir duman vardı etrafta. İşte o ortadaki eski büro masasında ak saçlı, pos bıyıklı, çelebi yüzlü Remzi Tartan bir elini döner sandalyesine atmış, diğer elinde kitabıyla oturuyordu. İçerdeki sessizliği klasik batı müziğinin eşsiz piyano nağmeleri bozuyordu. Gerçi buna bozmak da denemez, çünkü ortamdaki uyumu tamamlayan bir unsurdu, bu müzik. Bu manzara benim aklıma iki şey getirdi. Dedim ki kendi kendime: “Adam, bu oda ile kendisinin yeryüzündeki mabedini inşaa etmiş. Maşukası, kitap, divit ve kalem… Geri kalanların hepsi mihnet, endişe ve gam! Ne mutlu ona!” Sonra Cumhuriyet’in ilk Milli Eğitim bakanlarından genç yaşta hayatını kaybeden Reşit Galip’i düşündüm. Onun için Orhan Seyfi Orhon’un 1934 yılında yazdığı “Demir Karyola” yazısı bir anda aklımdan geçti. Ne diyordu yazar orada?
“…Reşit Galip, tam bir idealist insan gibi öldü. Kitapların yanı başında ve bir demir karyola içinde!”
“...Samimi inkılâpçıların Hint fakirleri tarzında bir hayat sürmesi elbette istenmez; fakat bu yoldan bir sürre devesi gibi de geçmek güzel görünmüyor.”
Devam ediyor Orhon:
“ …Reşit Galip’in kitaplarını Halkevi kitaphanesine, demir karyolasını İnkılâp Müzesi’ne kaldırmalı. Demeli ki: Ruhunda ülkünün(devrimlerin) temiz aşkını taşıyanlar, böyle demir, karyola içinde en mes’ut uykularını uyurlar ve en güzel rüyalarını görürüler.”[1]
Bence müthiş satırlar. Allah uzun ömür versin, Remzi Tartan da kendi çizdiği hayat yolunda nezaketiyle, nüktedanlığıyla, hoşgörüsüyle insanları kendisine çekti. Yıllarca Tartan Kitabevi’ni işleterek Karaman’ı kitapla buluşturduğu gibi, o dönem gençlerinin kültürlerinin artmasına büyük katkılar yaptı. Bu yönüyle Karaman’a katma değer üreten ender kişilerden biri oldu. Emeklilik dönemindeyse bu ofis onun bir nevi “demir karyolası” oldu. Reşit Galip’in demir karyolası Tartan’da “demir ayaklı masaya” dönüştü. Bu ofiste -saygı çerçevesini aşmamak kaydıyla- her görüşten insana kapısını açıp misafir etti. Onlarla hoş sohbetler ederek, düşüncelerini paylaşarak bu şehrin altın insanları arasına adını altın harflerle yazdırdı. O kapı dün olduğu gibi bugün de herkese açık. Girene kapısı açık, yiyene ikramları mübah!
Dilerseniz, hemen yanına gidin ve Remzi Ağabeye, “Nasılsın Remzi Bey?” diye bir sorun. Alacağınız cevap değişmeyecektir. Yıllar geçse de cevabı aynıdır çünkü. Bu bir görev ruhu ve bilincidir. Şehre karşı taşınan sorumluluk bilinci… Tartan o zarif üslubuyla “İyiyim, sağol! Hatırın varolsun! Altın şehri bekliyoruz. Nöbete devam ediyoruz.” diyecektir, Altın şehrin sadık neferi Remzi Tartan…
Elbette burada başka bir soru daha akla geliyor? Karaman’da bu bilinç ve sorumlulukta kaç tane sadık nefer var? Var mı? Varsa da bir elin parmaklarını geçer mi? Acaba şehir mi altın, yoksa şehrin böyle altın insanları sayesinde mi şehirler altın değerine ulaşıyor? Üzerine bir düşünmek gerektiği kanaatindeyim.
Tütün kokan tiryaki kitaplar
Remzi Tartan’ın bendeki izdüşümünü yazmaya devam edelim. Remzi ağabey çok okur. Hem de epey çok okur. Ofisine gidenler bunu açıkça görecektir. Kitaplığında azıcık eşindiğinizde aklınıza gelebilecek her alanda mutlaka bir kitap bulursunuz. Ama bazı kitaplar ya yangın gazisidir, ya da nem gazisi... Mesela Behçet Necatigil’in 100 soruda Mitologya kitabı gibi. Bu kitap muhtemelen 12 Eylül gazisi. Bir de 12 Mart gazileri var. Onlar daha çok nem gazisi kitaplar. Çünkü çoğu toprağa gömülmüş, oradan kurtulmuşlar. Tabi bu kitapların tütün tiryakisi olduklarının altını çizmek gerek. On yıllarca pipo dumanından, sigaraya kadar denemedikleri tütün kalmamıştır. Tıpkı sahipleri gibi. Remzi Ağabeyin beyaz bıyıklarındaki hafif sarılık kitaplarına yansımıştır. Sırf bu yüzden bir kitaplık mührüne ihtiyacı yoktur bu kitapların. O güzelim tütün kokusu kitabın sahibini açıkça ele verir. Kitaplar… Tütün tiryakisi kitaplar…
Türk dilinin başkentinde dil bilincine sahip ender insanlardan
Kitaplar demişken dil ile özellikle sözlükle ilgili kitaplar epey yer kaplar bu kitaplığında. Remzi Tartan tam bir lügat delisidir. Pars Tuğlacı’nın 6 ciltlik Okyanus Ansiklopedik Sözlüğü başucu kitabıdır. Tartan’ın çoğu konuşmasında eli sözlüğe bir gider. Türkçe konusunda hassastır. Dil bilinci çok yüksektir. ÖzTürkçe kelimeler kullanmaya çok dikkat eder. Örneğin vedalaşırken esenlikler diler; hatırlamaz, ansımsar! Dil bilinci yüksektir ama eski sözcüklerin düşmanı da değildir. Kitaplığı Türk dilinin başkenti olma iddiasına en uygun kitaplıklardandır. Özel kitaplığının sırf beş rafı Türk dili ve Türkçe ile ilgilidir. Tam bir envateri olmadığı için diğerlerini saymıyorum bile. Aslında Remzi Tartan Karamanlı’ya yakışanı yapmaktadır. Türk dilinin başkenti olma iddiasını öncelikle kitaplığından başlatmaktadır.
Körelen kalemin işlemesi
Remzi Tartan’ın ciddi bir okur olması, dil bilinci, nezaketli kişiliği yanında bir tek kusuru vardır. O da az yazması. Az yazar diyorum, çünkü eskiden neredeyse hiç yazmıyordu. Bir insan yıllarca okur, araştırır, not alır da neden yazmaz? Bunun bence iki temel nedeni vardı. Öyle zannediyorum ki, Remzi Ağabey yıllarca yazmak istedi ama okuduğu onca büyük yazarın yazdıkları karşısında, utandı, mahçuplandı, onun deyimiyle hecaretlendi ve sırf bu nedenlerden ötürü yıllarca yazmaya cesaret edemedi. Bir bardak var, dolu ama taşmaya cesareti yok. İnanılacak gibi değil. İkincisi ise kesinlikle tembellik etti. Böyledir. Hepimizin içinde bir Oblomov[2] vardır. Sıcak yatağından çıkmak istemeyen, düşünceleri olan ama eyleme geçirmeyen Oblomov! Laf ebesi, ama eylem cücesi Oblomov! Oblomovluğumuz… Karanlık yanımız… İşte hepimizde olan bu Oblomovluğu Remzi Tartan yavaş yavaş kırdı. Bunda hiç kuşkusuz yakın arkadaşlarının desteği ve katkısı büyük oldu. Tartan, körelen kalemini sivriltti, yalın kılıç olmasa da, sakin sakin yazın hayatına girdi. Şimdilerde yazdıkça kalemi daha da güçleniyor. Nasıl güçlenmesin ki, ardında yetmiş yılı aşan bir birikim var. İyi ki yazıyor. Çünkü yazılarıyla yakın dönem Karaman daha da aydınlanır oldu. Ne diyelim, kalemi daim olsun; daha da çiçeklensin.
Ömür dediğin
Doğum günü dedik. Remzi Tartan şimdi 77 yaşında. Tartan Konağı’nda başlayıp, Karaman Çarşı’nda geçen bir ömür... Altın şehrin sadık bir neferi olarak geçen bir ömür… Kitap, dergi, kağıt, kalem arasında geçen bir ömür. Eşle, dostla, kültürle, edebiyatla, geçen bir ömür… Kimseye boyun bükmeden, göbek bağı olmadan, zalime eyvallahı olmayan bir ömür… Tıpkı Hasan Ali Yücel’in dizelerindeki gibi bir ömür:
“…Okuyup okutmak işimiz bizim;
Haram lokma kesmez dişimiz bizim,
Her yerde bulunmaz eşimiz bizim,
Biz yeni hayatın erenleriyiz...”
Ey Remzi Ağabey! Daha nice yılların ve nice yaşların olsun. Doğum günün kutlu olsun. Esenlikler dilerim. Saygılarımla.
[1] Orhan Seyfi Orhon; Demir Karyola; Mart 1934
[2] Oblomov, Rus yazar İvan Aleksandroviç Gonçarov’un yarattığı bir edebi karakterdir.
Celal hocam, Eline, yüreğine, kalemine, ve emeklerine sağlık, Remzi beyin kişiliğini, dostluğunu ve düşüncelerini, güzel bir dille okuyuculara aktarmışsın, Çok teşekkürler...