Dünyada
gün geçmiyor ki yeni bir hastalık ortaya çıkmasın. Her gün yeni bir hastalığa
isim konulmaktadır. Haddimi aşarak bir hastalık ismi de ben açıklayayım:
“YALNIZLIK”.
Uzun
zamandır yaşadığımız çevrede şahit olduğumuz yaşlısında, gencinde, dulunda,
yetiminde, çocuklarımızda da bir yalnızlık, yalnız kalma hastalığı apaçık
görülmekte.
Bu var
olan hastalığı üç ayrı grupta ele alırsak çocuklar, gençler ve yaşlılar olmak
üzere her yaş grubunda ileri safhada görülmekte. Bu hastalık hakkında bilim
adamlarımız, psikologlarımız televizyonlarda programlar yapmakta, zararları
hakkında paneller düzenlemekte. Okullara idareciler cep telefonlarının
girişlerini, işverenler iş yerlerinde kullanımını yasaklamaktalar.
Çocuklarda:
Çocuklarımız doğar doğmaz çağın vebası telefon ve internetle tanışıyor. Aynı
evde, aynı ortamdaki çocuklar birbiriyle konuşmak, oynamak, eğlenmek yerine
ellerindeki telefon, bilgisayar gibi aletlerle saatlerce oynamak ve mesajlaşmak
ile vakit öldürüyorlar. Acı olan anneler ve babalar durduramadıkları
çocuklarını tabletlerden açtıkları ilgisini çeken oyunlarla durdurmaya
çalışıyorlar ve çocuklarda bu işden razı oluyor.
Gençlerde:
Çağımızın gençleri dedelerinin ve babalarının sonradan tanıştıkları;
kendilerini önce bilgisayarlar, cep telefonları ve arkasından gelen internetle
hızlı iletişim çağında buldular. Buna hazırlıklı olmayan ebeveynler sonucu
engelleyemediler ve gençlerimiz hızla bu teknolojiye yönelmeleri neticesinde
yalnızlık hastalığına kapıldılar. Aynı ortamda bulunan gençler birbirleriyle
konuşmak yerine cep telefonlarından mesajlaşıyorlar. Bilgisayarlar ve cep telefonları gençlerin
anası, babası, arkadaşı velhasıl her şeyi oldu. En iyi arkadaşları olan
telefonlardaki özel hayatlarını ve mesajlaşmalarını saklama dürtüsü gençleri
ailelerinden, arkadaşlarından ve çevresinden uzaklaşmaya itti ve sonucunda
gençler kendilerini kaçınılmaz bir yalnızlığın içinde buldular.
Yaşlılarda:
Bu durum yaşlılarda pek fazla görülmese de görülen yaşlılardaki hastalık
diğerlerinden çok farklı değil. Cuma münasebeti ile şöyle birkaç dostumu arayıp
hal hatır ederken sohbeti az derinleştirdiğim herkesten yalnızlıkla ilgili bin
sitem geldi.
Gezi ve
av vesilesi ile uğradığım köylerdeki yaşlı tanıdık ve dostlarımın, “Celal’ım
artık köylerinde tadı tuzu kalmadı, ne gelen ne giden var, kapımızı çalan yok,
bir köroğlu, ayvaz kaldık, sizler gibi vefalı az dostlar sayesinde hatırımızı
soran var.” cümlelerini sık sık duyuyorum.
Köylerde
ki sorun, gençlerin şehirlere gelmesi ile geride kalan yaşlıların, sevecekleri
çoluk çocuk, torun toprak olmayışından kaynaklanan yalnızlık hastalığı. Başka
bir sıkıntı ise çoğunun dertleşecek akranlarının her geçen gün şehirlerde
yaşayan çocuklarının, torunlarının yanına gitmesiyle azalması. Şehirlerde ki yaşam
kısmen köyler gibi olmasa da durum pek de farklı değil. Bir dostum, “Camide
namazımı kılar, denk gelirse bir tanıdık iki kelam eder doğru eve dönerim,
hayatın tadı kalmadı, bazen de çarşıda pazarda adamlar seni görmezden geliyor,
buda çok zorumuza gidiyor.” diyerek eve kapanması.
Yalnızlık
hastalığının diğer genel sebepleri, insanların insanlardan uzaklaşması, misafir
olmanın veya misafir kabul etmenin azalması, menfaat çatışmalarının hat safhada
olması, particilik, cemaatçılık, tarikatçılığın çıkarcılık haline gelmesi,
yakın çevrelerden kız alıp vermenin bitmesi, hasetlik ve fesatlığın,
nemelazımcılığın artması. Son zamanlarda
şöyle
çevremize baktığımızda insanlar dağlara çıktı, her tarlanın, her bahçenin
başına evler yapılarak yalnız yaşamayı tercih edenlerin sayıları günden güne
artar oldu. Komşu komşuya gitmeyi bırakın, aynı binada oturanlar birbirini
tanımaz oldu.
Halk
arasında sıkça kullanırız “yalnızlık Allah’a mahsus “ diye.