Daha geçen yılın sonbaharında karayoluyla iki işadamı arkadaşla beraber Cilvegözü sınır kapısından girip Suriye’yi baştan başa gezme fırsatımız olmuştu.
Gezimiz boyunca yollarda, dağlarda, taşlarda, dükkanlarda, çarşılarda, camilerde, işyerlerinde, arabaların arka camlarında Esat ailesinin boy boy resimleri asılıydı. Ülkedeki dikili olan bu kocaman heykeller sevginin eserimiydi, yoksa korkunun eserimiydi şimdi daha iyi anlaşılır oldu.
Ayrıca gittiğimiz görüştüğümüz bütün heryerde, Başbakanımız sayın Tayip Erdoğan’a büyük bir hayranlık vardı. Toplantı esnasında Suriye’li bir işadamı Türkiye’ye ve mevcut yönetime olan sevgisini o gün için açıkça söylüyordu.
***
Aradan daha uzun bir zaman geçmeden, ne oldu da hayranlıkla gezdiğimiz, dostlar edindiğimiz, ağırlandığımız, vizesiz gittiğimiz bu ülkeyle, neredeyse kanlı bıçaklı olduk. Hatta savaşın eşiğine geldik, bir taraftan mantar tabancası patlasa tutuşacağız.
Cumhurbaşkanı Sezer’in, Hafız Esad’ın cenaze törenine gidişiyle başlayan Suriye ile dostluk dönemi, ABD’nin kışkırtmasıyla son buluyor. Biz ise bu gün “kardeşim Esad” dediğimiz başkana “çekil git” diyebiliyoruz. Sıfır sorunlu dediğimiz komşumuzla acaba buğün ne durumdayız.
****
Küresel güç ideologları soğuk savaş sonrası, ideolojik savaşın bittiğini “medeniyetler arası savaş” ın başlayacağını ileri sürmüşlerdi. Bu ideologlar, “İsevi ve Musevi” medeniyetini temsil eden “Batı” ile İslam’ın ve Konfüçyüslüğün, ruhban sınıflarının temsil ettiği “Doğu” medeniyetleri arasında bir çatışma öngörüyorlardı. Bu arada medeniyetler arası çatışma denemeleri de yapılmadı değil. Ancak böyle bir çatışmanın küresel güçlere maliyetinin çok yüksek olacağı görüldüğünden “medeniyetler arası çatışma” nın medeniyet (doğu) içi çatışmaya dönüştürülmesi daha doğru bulundu.
Bu bağlamda etnik, mezhep, ekonomik ya da bölgesel farklılıklar medeniyet içi çatışmanın ana dinamikleri olarak devreye sokuldu. Baskıcı rejimler altında yönetilen, ekonomik dengesizlikler içinde kıvranan ve her türden haksızlığa muhatap kılınmış olan Arap halklarını isyan pazarına sürmek hiç de zor olmadı.
11 Eylül saldırılarının arkasından bir yandan Afganistan’a, diğer yandan Irak’a yönelik olarak ABD’nin açtığı savaş her şeye rağmen istenilen sonucu vermedi.
ABD, Irak’a işgal gücü olarak girdi ve ülkeyi fiilen üçe böldü. ABD, Kuzey Irak’ta fiilen bağımsız kağıt üzerinde merkezi Irak hükümetine bağlı bir “Kürt Federasyonu” kurdu. Ülke bugün Sünni-Şii olarak mezhep, “Kürt-Arap-Türkmen” olarak etnik karşıtlıklar dengesi üzerinde her an birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır bir konuma geldi.
ABD’nin Irak operasyonu kendisine enerji kaynaklarına el koyma, enerji yollarını denetleme ve bölgeyi çıkarlarına göre dizayn etme imkânı vermiştir. Bu durumun İsrail’e de bütün bir Irak’ın tehdit edici gücünü iç çelişkileriyle parçalayarak güvenliğini garanti altına almak ve bir de Kuzey Irak’ta sadık bir müttefik kazandırmak gibi bir sonucu olmuştur.
***
Bölgenin dışarıdan müdahale edilmeden, iç çelişkiler kullanılarak ABD çıkarlarına uygun bir biçimde yeniden dizaynı için “Arap Baharı” büyük bir fırsat yaratmıştır. Mısır, Libya, Tunus, Yemen, Bahreyn derken küresel güç için maliyeti en düşük olan iç ayaklanmalar Suriye’ye gelip dayanmıştır.
Bu bağlamda Suriye’den Türkiye’ye bir göç dalgası başlatılması büyük projenin son aşamasıdır. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin haklılıklarını kanıtlamak için inanılmaz efsaneler ve hikâyeler anlatılmaktadır.
Türkiye için asıl tehlike çanları, Suriye’deki kaos sonrası çalmaya başlayacaktır. Çünkü “Bağımsız Birleşik Kürdistan” ın üçüncü ayağı olarak Türkiye daha çok zorlanmaya başlayacaktır. Unutmayalım ki, Türkiye’deki iktidar ve Cumhurbaşkanı “Siz yapmazsanız başkası gelir yapar” bağlamında olacakları önceden tarif etmişlerdi.
Çok sıkıntılı bir dönemeçte olan ortadoğuda oynanan oyunları zamanında görebilecek ve bu doğrultuda önlemler alacak diş hariciyemize büyük görevler düşmektedir.
Rabbim yar ve yardımcımız olsun. (amin)