Gaz lâmbasını, beş, yedi ve on dört numara lâmba camını, yanarak ışık viren fitilini, lamba yakıldığı zaman etrafa daha fazla ışık vursun diye lamba camının üzerine cilet gonulduğunu, köyden şehire gelenlerin almış oldukları lamba camlarını kırılmasın diye ip ile boyunlarına asdıklarını, löküs lambasını, löküs gömleğini, löküsün şavkını, gazyağını, sesli ve sessiz yanan gaz ocaklarını, at, gatır, eşşek veya öküzlerin çektiği gara saban ve pulluklarla tarla sürdüğümüzü, at, gatır, eşşeklerle veya cergeli arabalarla tarladan harman yerine sap çekdiğimizi, harman zamanı at, gatır veya eşşeklerle düven sürdüğümüzü, patoz makinasına sap atdığımızı ve aylarca harman galdırmakla uğraşdığımızı, at arabalarının tekerlerinden çıkan çalpara seslerini, atların goşumlarından çıkan zil seslerini, atların ayaklarından çıkan nal seslerini, arabaların ve paytunların arkasına yapışmayı ve bunu görenlerinin arabacı arkaya gırbaç diye bağırdığını ve arabacının gamçıyı arkaya doğru savurarak şırrak diye ses çıkarıp gırbacın sırtımızı acıddığını, tavan arasında dolaşan farelerin tıkırtısını, İramazan ayında Galeden atılan topun gümbürtüsünü ve sahur zamanı her mahallede çalınan davul seslerini,mahallemizin davulcusu ile birlikde ellerimizde diyneklerle kapılara vurarak mahalle sakinlerini sahura galdırdığımızı, İlkokulda Aiele Bilgisi derslerinde özellikle erkek öğrencilere öğretmenlerimizin düğme dikmesini, düğme iliği açmasını, yırtık olan çorap ve elbiselerimize nasıl yama yapılacağını öğreddiğin, esgiden yaz aylarında havalar çok sıcak olduğu için, insanların güneş baddıkdan ve hava biraz serinledikden sonra gapı önlerine minder, götçek ve sandallelerini çıkartarak ağşam ezeni okununcaya gadar orada oturduklarını, ağşam yimek yindikden sonra tekrar gapı önüne minder, götçek ve sandellelerini çıkartarak ağşamın serinliğinde oturduklarını, hatta bu gapı önü oturmalarına aynı şekilde gonşularında gatıldığını, hattâ ve hattâ ağşam çayını gonşularla birlikte burada içdiğimizi, sokakdan geçen ve evlerine giden insanların oturanlara mutlaka selam virdiklerini, bu gece dışarıda oturmaların ve gapı önü sohpetlerinin gece on iki veya bire gadar sürdüğünü ve bu yapılan sohpetlerde o gün neler yapıldığının annadıldığını, şimdiği gibi aynı apardumandakı gonu gomşunun aradan 8- 10 yıl geçmesine rağmen değil onnara gelip gitmek birbirlerini bile tanımadıklarını gördüğümüzü, ama esgiden öylemiydi, bırakın apardumandakı oturanları, mahallede herkesin birbirlerini tanığını, birbirlerini tanımasalar bile o gişileri mutlaka gördüğümüzü
Bilir misiniz?
Yün darağını, çıkrığını, kirmanını, çamaşır gazanını, şimdiki çamaşır tozu yerine kullanılan meşe odunu külünü, çamaşırlarımızı bu meşe külü ile gaynadıp yıkadığımızı, yıkanan çamaşırlarımızın bembeyaz apapbak ve yumuşacık olduğunu, çamaşır tokmağını, çamaşır kilini, gayfe gavurulan tavayı, gayfe değirmenini, içi sırlı ufak ve büyük güpleri, yine bulaşıklarımızı da meşe külü ile yıkadığımızı, eğşi mayayı, tahtadan yapılmış hamır teknesini veya hamur ileğenini, tandırı, oklavıyı, bişirgeci, eysiranını, galbur, gözer ve ince un eleğini, gasnağı, ağaçdan yapılmış tepsiyi, siniyi, soğuk su desdisini, güğümü, ıbrığı ve abdes ileğenini, maşrapayı, iki veya üç katlı yemek taşınan sefer tasını, hamam tasını, çitili (Sitili), guşaneyi, gulaklıyı, yağ ve bekmez tavasını, kirtikli sahını, bakır helkeyi, tel dolabı, yüklüğü, musandırayı, söğüt ağacının dallarından örülmüş, sebeti, seleyi, köfeyi, dağda pınarların başında bulunan ve ağaçdan oyularak yapılmış olan şapşak veya sapsak didiğimiz su gablarından su içdiğimizi
Bilir misiniz?
Mayalı ekmek yapma ve et gavurma sacını, üç ayaklı sacayağını, bişirgeci, oklavıyı, saç böreğini, tiridi, tarhana çorbasını, ekşili ayran çorbasını, arabaşı çorbasını, kelle paça çorbasını, ciğer kıymasıyla bulgurdan yapılmış sulu pilavı (Bulgur çorbasını), un, sade yağı ve su ile yapılan un bulamacı heyre çorbasını içtiğimizi, şebit ekmeğin üzerine pilâv dökülüp yidiğimizi, yir sufrasına diz çöküp yimek yimesini, ekmek oğmasını, peynir veya gıyma sıkmasını, irişkiyi (Sucuk içini), yumurta sıdırmasını, erişte kesmesini, gusgus yapmasını, sıkma ve sulu batırık, mercimekli batırık veya gısır yapıp yidiğimizi, mayalı ekmeğe yoğurt sürüp yoğurdun üzerine duz, gırmızı toz büber veya şeker serpip yemeyi ve yine mayalı ekmeğin üzerine tomatis veya acı büber salçası sürüp yidiğimizi, Kurban Bayramı veya gışlık etlik yaptığımız günlerde tandırda sacda kıyma kavrulurken kıymanın içerisine ekmek atmasını veya ekmek salmasını, küflü peynir sıkmasını, yanan guzune zobasının fırınında patetis ve soğan bişirip üzerine duz ve toz büber atarak yidiğimizi, çarşı (Somun) ekmeğinin arasına gara zeytin ve Garaman halvası koyup yidiğimizi, erişte, gusgus pilavı ve termiye yidiğimizi, buzdolabı ve termosların olmadığı zamanlarda evlerimizde ve çarşıdaki esnafların kapılarının önünde sebil olarak kullanılan doğal soğutucu olan ve üzerleri tahda gapaklı ve bazılarının altlarına çeşme musluğu dakılan ve içerisinde su koymak ve saklamak için toprakdan yapılmış olan küplerden su içdiğimizi, İsmet Paşa caddesinde volta atarken çitlek çitlediğimizi, elma ve armudu güneş de gurutup kak yapdığımızı
Bilir misiniz?
Gençlik yıllarında çoğumuzun simitçilik yapdığını, olmadı ayaggabı boyacılığı, tamirci çıraklığı, inşaatlarda amelelik yaparak okul harçlıklarımızı çıkartdığımızı, ne ailemize, ne de devletimize yük olmadığımızı, gençlerimizin bir paltaya sap olduğunu, muhanete muhtaç olmadığımızı, ezildiğimizi ama hiçbir zaman ezik galmadığımızı, dostumuz için can vermeyi, birisini sevdiğimiz zaman onu, ölesiye kadar sevmeyi, dostluk arkadaşlık ve sırdaşlığın, bazara gadar değil mezara gadar olduğunu, elimizdeki galan son lokmayı dahi paylaşdığımızı, sadakati ve vefayı bildiğimizi, hiç bir zaman hayata küsmediğimizi, nirden geldiğimizi unudmadığımızı, mahalle bakkallarında her şiyin satıldığını, gine bakkaların yarım ekmeğin veya çerek ekmeğin içerisine halva, çimen ve gara zeytin goyarak saddığını, şimdiki gibi gofletleri ve piskevitleri paket paket değil, mahalle bakkallarından dane ile aldığımızı, mahallede bulunan bakkal dükkânına girdiğimizde dükkânın içerisinin yağ, peynir, zeytin, halva, goflet ve piskevit kokularının etrafa yayılıp içerisinin mis gibi kokduğunu, at arabaları ile bakkallara taşınan çarşı (Somun) ekmeklerin etrafa saçmış olduğu kokuyu, analarımız tandırda mayalı ekmek yaparken yapılan o ekmeğin kokusunun tüm mahalleyi sardığını veya maltızda pişirmiş olduğu yimeğin kokusunun etrafa yayıldığını, pişirilen etin ve sadeyağı ile pişirilen pilavın kokusunu, kola içeceğine gara gazoz didiğimizi, piskevitin içerisine gaysaklı lokum sarıp yidiğimizi, mahallemizde veya sokağımızda bir komşumuz, dostumuz veya akrabamızın vefatı esnasında, o insanların acılarını kendi acımız gibi sayıp üzüldüğümüzü, bir hafta boyunca evimizde ne radyo, nede televizyon açmadığımızı, cenaze evine komşular tarafından bir hafta boyunca her gün çeşitli yimekler yapılarak daşındığını,
Bilir misiniz?
Sözlerdeki inceliğin güven, düşüncelerdeki inceliğin derinlik, duygulardaki inceliğin sevgi olduğunu, işte bunlara sahip olanların ise; her zaman gendilerini araddıklarını, iyi olanın arandığını, gözel olanın arandığını, doğru olanın arandığını ama gururun aranmadığını, esgiden diye başlayan cümlelerin hepisinin ağır bir özlem anladdığını, bizim esgiden daha mutlu olduğumuzu, yaşamı, zamanı, sevgiyi, saygıyı ve iyi niyeti, velhasıl hiç bir şeyi israf etmediğimizi, çünkü israfın haram olduğunu, gış ayları gelince gış gecelerinin çok uzun olduğunu ve bu uzun gış gecelerinde arabaşı çorbasının vazgeçilmez bir içecek olduğunu, en gözel arabaşı çorbasını içen gişinin ise Ak hoca olduğunu, Ak Hoca’nın arabaşı hakkında “Oğlum arabaşı çekerseniz tavıkdan, ben gelemem sovukdan, arabaşı çekerseniz davşandan, ben gelirim ağşamdan, arabaşı çekerseniz hindiden, valla ben gelirim şindiden” diye bir tekerleme söylediğini, evlerimize nazar değmesin diye evin gapılarına veya duvarlarına at nalı çakdığımızı veya nazar boncuğu dakdığımızı, bostan tarlalarına yabani hayvanlar girmesin diye keloğlan maketi yapdığımızı, bahçelerimize nazar değmesin diye ağaç dallarına kurumuş hayvan gafası isgeleti dakdığımızı, başga birisinin eşyasını haberi olmadan almadığımızı ve başga birisinin eşyasını gasp itmediğimizi, bunların gul haggına girdiğini, gul haggının ise çok böyük bir günah olduğunu, bin haramdan bir helalin daha yeğ (İyi) olduğunu, ölü evine gidince ağlandığını, düğün evine gidince oynandığını, yalanın, dolanın, iftira ve hakaretlerin gerçeğini anlamadan hiç kimseyi suçlamadığımızı, uzakta olan yakınlarımıza ve sevdiğimiz gişilere mektuplar yazdığımızı ve bu yazdığımız mektupların aynını (Garşılığını= Cevaplarını) beklediğimizi, dini bayramlarda hısım akraba dost ve arkadaşlarımıza bayram tebrik gartları gönderdiğimizi ve göndermiş olduğumuz mektup ve tebrik kartlarının cevaplarının gelmesini dört gözle beklediğimizi
Bilir misiniz?
Bilir misiniz?
Yün darağını, çıkrığını, kirmanını, çamaşır gazanını, şimdiki çamaşır tozu yerine kullanılan meşe odunu külünü, çamaşırlarımızı bu meşe külü ile gaynadıp yıkadığımızı, yıkanan çamaşırlarımızın bembeyaz apapbak ve yumuşacık olduğunu, çamaşır tokmağını, çamaşır kilini, gayfe gavurulan tavayı, gayfe değirmenini, içi sırlı ufak ve büyük güpleri, yine bulaşıklarımızı da meşe külü ile yıkadığımızı, eğşi mayayı, tahtadan yapılmış hamır teknesini veya hamur ileğenini, tandırı, oklavıyı, bişirgeci, eysiranını, galbur, gözer ve ince un eleğini, gasnağı, ağaçdan yapılmış tepsiyi, siniyi, soğuk su desdisini, güğümü, ıbrığı ve abdes ileğenini, maşrapayı, iki veya üç katlı yemek taşınan sefer tasını, hamam tasını, çitili (Sitili), guşaneyi, gulaklıyı, yağ ve bekmez tavasını, kirtikli sahını, bakır helkeyi, tel dolabı, yüklüğü, musandırayı, söğüt ağacının dallarından örülmüş, sebeti, seleyi, köfeyi, dağda pınarların başında bulunan ve ağaçdan oyularak yapılmış olan şapşak veya sapsak didiğimiz su gablarından su içdiğimizi
Bilir misiniz?
Mayalı ekmek yapma ve et gavurma sacını, üç ayaklı sacayağını, bişirgeci, oklavıyı, saç böreğini, tiridi, tarhana çorbasını, ekşili ayran çorbasını, arabaşı çorbasını, kelle paça çorbasını, ciğer kıymasıyla bulgurdan yapılmış sulu pilavı (Bulgur çorbasını), un, sade yağı ve su ile yapılan un bulamacı heyre çorbasını içtiğimizi, şebit ekmeğin üzerine pilâv dökülüp yidiğimizi, yir sufrasına diz çöküp yimek yimesini, ekmek oğmasını, peynir veya gıyma sıkmasını, irişkiyi (Sucuk içini), yumurta sıdırmasını, erişte kesmesini, gusgus yapmasını, sıkma ve sulu batırık, mercimekli batırık veya gısır yapıp yidiğimizi, mayalı ekmeğe yoğurt sürüp yoğurdun üzerine duz, gırmızı toz büber veya şeker serpip yemeyi ve yine mayalı ekmeğin üzerine tomatis veya acı büber salçası sürüp yidiğimizi, Kurban Bayramı veya gışlık etlik yaptığımız günlerde tandırda sacda kıyma kavrulurken kıymanın içerisine ekmek atmasını veya ekmek salmasını, küflü peynir sıkmasını, yanan guzune zobasının fırınında patetis ve soğan bişirip üzerine duz ve toz büber atarak yidiğimizi, çarşı (Somun) ekmeğinin arasına gara zeytin ve Garaman halvası koyup yidiğimizi, erişte, gusgus pilavı ve termiye yidiğimizi, buzdolabı ve termosların olmadığı zamanlarda evlerimizde ve çarşıdaki esnafların kapılarının önünde sebil olarak kullanılan doğal soğutucu olan ve üzerleri tahda gapaklı ve bazılarının altlarına çeşme musluğu dakılan ve içerisinde su koymak ve saklamak için toprakdan yapılmış olan küplerden su içdiğimizi, İsmet Paşa caddesinde volta atarken çitlek çitlediğimizi, elma ve armudu güneş de gurutup kak yapdığımızı
Bilir misiniz?
Gençlik yıllarında çoğumuzun simitçilik yapdığını, olmadı ayaggabı boyacılığı, tamirci çıraklığı, inşaatlarda amelelik yaparak okul harçlıklarımızı çıkartdığımızı, ne ailemize, ne de devletimize yük olmadığımızı, gençlerimizin bir paltaya sap olduğunu, muhanete muhtaç olmadığımızı, ezildiğimizi ama hiçbir zaman ezik galmadığımızı, dostumuz için can vermeyi, birisini sevdiğimiz zaman onu, ölesiye kadar sevmeyi, dostluk arkadaşlık ve sırdaşlığın, bazara gadar değil mezara gadar olduğunu, elimizdeki galan son lokmayı dahi paylaşdığımızı, sadakati ve vefayı bildiğimizi, hiç bir zaman hayata küsmediğimizi, nirden geldiğimizi unudmadığımızı, mahalle bakkallarında her şiyin satıldığını, gine bakkaların yarım ekmeğin veya çerek ekmeğin içerisine halva, çimen ve gara zeytin goyarak saddığını, şimdiki gibi gofletleri ve piskevitleri paket paket değil, mahalle bakkallarından dane ile aldığımızı, mahallede bulunan bakkal dükkânına girdiğimizde dükkânın içerisinin yağ, peynir, zeytin, halva, goflet ve piskevit kokularının etrafa yayılıp içerisinin mis gibi kokduğunu, at arabaları ile bakkallara taşınan çarşı (Somun) ekmeklerin etrafa saçmış olduğu kokuyu, analarımız tandırda mayalı ekmek yaparken yapılan o ekmeğin kokusunun tüm mahalleyi sardığını veya maltızda pişirmiş olduğu yimeğin kokusunun etrafa yayıldığını, pişirilen etin ve sadeyağı ile pişirilen pilavın kokusunu, kola içeceğine gara gazoz didiğimizi, piskevitin içerisine gaysaklı lokum sarıp yidiğimizi, mahallemizde veya sokağımızda bir komşumuz, dostumuz veya akrabamızın vefatı esnasında, o insanların acılarını kendi acımız gibi sayıp üzüldüğümüzü, bir hafta boyunca evimizde ne radyo, nede televizyon açmadığımızı, cenaze evine komşular tarafından bir hafta boyunca her gün çeşitli yimekler yapılarak daşındığını,
Bilir misiniz?
Sözlerdeki inceliğin güven, düşüncelerdeki inceliğin derinlik, duygulardaki inceliğin sevgi olduğunu, işte bunlara sahip olanların ise; her zaman gendilerini araddıklarını, iyi olanın arandığını, gözel olanın arandığını, doğru olanın arandığını ama gururun aranmadığını, esgiden diye başlayan cümlelerin hepisinin ağır bir özlem anladdığını, bizim esgiden daha mutlu olduğumuzu, yaşamı, zamanı, sevgiyi, saygıyı ve iyi niyeti, velhasıl hiç bir şeyi israf etmediğimizi, çünkü israfın haram olduğunu, gış ayları gelince gış gecelerinin çok uzun olduğunu ve bu uzun gış gecelerinde arabaşı çorbasının vazgeçilmez bir içecek olduğunu, en gözel arabaşı çorbasını içen gişinin ise Ak hoca olduğunu, Ak Hoca’nın arabaşı hakkında “Oğlum arabaşı çekerseniz tavıkdan, ben gelemem sovukdan, arabaşı çekerseniz davşandan, ben gelirim ağşamdan, arabaşı çekerseniz hindiden, valla ben gelirim şindiden” diye bir tekerleme söylediğini, evlerimize nazar değmesin diye evin gapılarına veya duvarlarına at nalı çakdığımızı veya nazar boncuğu dakdığımızı, bostan tarlalarına yabani hayvanlar girmesin diye keloğlan maketi yapdığımızı, bahçelerimize nazar değmesin diye ağaç dallarına kurumuş hayvan gafası isgeleti dakdığımızı, başga birisinin eşyasını haberi olmadan almadığımızı ve başga birisinin eşyasını gasp itmediğimizi, bunların gul haggına girdiğini, gul haggının ise çok böyük bir günah olduğunu, bin haramdan bir helalin daha yeğ (İyi) olduğunu, ölü evine gidince ağlandığını, düğün evine gidince oynandığını, yalanın, dolanın, iftira ve hakaretlerin gerçeğini anlamadan hiç kimseyi suçlamadığımızı, uzakta olan yakınlarımıza ve sevdiğimiz gişilere mektuplar yazdığımızı ve bu yazdığımız mektupların aynını (Garşılığını= Cevaplarını) beklediğimizi, dini bayramlarda hısım akraba dost ve arkadaşlarımıza bayram tebrik gartları gönderdiğimizi ve göndermiş olduğumuz mektup ve tebrik kartlarının cevaplarının gelmesini dört gözle beklediğimizi
Bilir misiniz?
Kalemine,yüreğine sağlık.Çok güzeldi o günler.