Sezai Karakoç, 2011’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne de layık görüldü.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün takdim ettiği ödüllerin verildiği Çankaya Köşkü’ndeki törende davetliler arasındaydım.
Herkes, Karakoç’un gelip gelmeyeceğini merak ediyordu. Ben ise gelmeyeceğinden emindim.
Sayın Karakoç’u 1979’da henüz üniversiteyi bitirdiğim yıl, kadim dostum Prof. Dr. Ömer Dinçer’le ziyaret etmiştik.
Yağmur çiseliyordu. Ziyareti ben arzu etmiştim. Bir grup ofisten çıkarken, 20’li yaşlarının başında iki genç, Ahmet ve Ömer içeriye giriyordu.
Bu ziyareti belki bir gün sevgili Ömer Dinçer kardeşim yazar. Sayın bakanımın anı deposu çok zengin, kalemi kuvvetlidir.
Sezai Karakoç’un ödülünü almaya gelmediği Çankaya Köşkü’nün (sonra Başbakanlık oldu, şimdi ne amaçla kullanılacağı henüz netleşmedi. Başkan yardımcıları için tahsis edileceği gündeme gelmişti.) platformunda Sanat Tarihi dalında Prof. Dr. Semavi Eyice, Geleneksel Sanatlar dalında Hasan Çelebi, Eleştiri alanında Doğan Hızlan ödüllerini dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün elinden almışlardı.
Siz böyle bir şahsiyeti, 80 milyonun her bireyinin, tüyü bitmedik her yetimin hakkı olan parayla değil hacca, bir bardak çay içmeye bile götüremezsiniz.
Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda binlerce kişi çeşitli kuruluşlara bağışta bulundu, kurban için vekalet verdi.
Bu kuruluşların bazıları tarafından başta uçak bileti ve konaklama gideri olarak binlerce dolar ödenip yurt dışına götürülen yandaşların, hiç mahcubiyet duymadan gazete köşelerinde günlerce yazdıklarını okurken “vah! vah!” dedim.
Bu kişilerin hiç biri o ülkelere giderken masraflarını kendi cebinden karşılamamıştır. Çalıştıkları işyerinin ödemiş olacağını da sanmıyorum.
Eğer varsa, o gazetecilerden özür dilerim.
Uzak diyarlara gidip Türkiye’nin ne cömert olduğunu yazanlara bir önerim olacak.
Bu tür yazılarınızın üstüne gezinin masraflarının nasıl karşılandığını belirten bir not eklerseniz, siz de bizler de rahat ederiz.
Vah ki, vah! O gidenlerin masrafı olmasaydı kaç yoksulun evine daha et ulaşırdı?
Kaç kişinin kurban parası, kaç kişinin gezi harcaması için sarf edildi?
Sahi biz kimi örnek alıyoruz?
Sezai Karakoç ile Prof. Dr. Mehmet Görmez arasında geçtiği zikredilen yukarıdaki diyalogdan ne anlamalıyız?
Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine şiirini daha yüksek sesle okusak, Karakoç’u daha mı iyi anlayacağız?
Erdem, edep, klas duruş, nezaket, örneklik, öz eleştiri, hesaba çekilmek, bilinç, şuur vb. kelimeleri ile kurulu cümleler içimize nasıl sinecek?
Hayırseverlerin bağışladığı paralarla geziye katılmaktan çekinmeyenlerin yazılarını gördünüz mü?
Kimi Afrika’nın aç çocuklarından dem vuruyor, kimi Moğolistan’ın yoksullarını anlatıyor.
Sahici buluyor musunuz? Ben bulmuyorum
Samimiyetsizlikleri yazılarında bile sırıtanları okurken içimden şöyle diyorum:
“Siz tok olduğunuz sürece anlattığınız insanlar açlıktan kurtulamayacak.”
Biz, gurur duyacağımız nice şahsiyetleri kötülemekle uğraşırken, gözümüzün önündeki arsızlıkları dikkate almıyoruz.
Ver coşkuyu tarzı dizilerle avunalım. Musa Carullah’ı, Muhammed Hamidullah’ı kim ne yapsın.
Bir de devlet sırrı değilse, Diyanet’in veya Diyanet Vakfı’nın hac ve umre ikram ettiği zevat kimlermiş, bilelim.
Son 25 yıl da olabilir, son 10 yıl da. Diyanet muhafazakardır, bürokratik prensiplere sahiptir. Dolayısıyla kimler hacca ve umreye davetli gitmiş, listeleri muhafaza ediliyordur. Listeleri açıklamak personel ve zaman israfına sebep olmayacaktır.
Tasarruf tedbirleri arasına bu tür davetlere son verilmesi de eklenirse yararlı bir sonuç elde edilir kanaatindeyim.
Kıssadan hisse: Her davete icabet gerekmezmiş.