Güzel ülkem. Allah’ın nimete boğduğu ülkem. Her acıyı iyileştiren ülkem. Her mutluluğu çoğaltan ülkem.
Bir yanı kışta titrerken öte yanı baharla coşan ülkem.
Ağustos’un ikinci yarısında Akdeniz Bölgesi sıcak ve nemden nefes aldırmazken, sonbahar rüzgarları Karadeniz’in ve Trakya’nın kapısını çalmaya başladı.
Son yıllarda yaz aylarını Trakya’nın İğneada, Yayla, Enes, Erikli gibi güzel köşelerinde geçiriyorum.
Bu yıl da Trakya’dayım, Tekirdağ’a çok yakın bir mahalledeyim. Biliyorsunuz, köyler azalıyor. Köylerin çoğu her yerde mahalle oldu.
Dostlar soruyor, yine mi Trakya?
Evet, yine Trakya, diyorum. Niye, diye sormadan, açıklıyorum:
Marmara, Karadeniz, Saros Körfezi, Çanakkale Boğazı, ormanlar, kaynak suları, balık, sebze, meyve, et çeşitleri ve mutfak zenginliği, bir peynir hastası için peynir çeşitliliği, her çeşit yoğurt, zeytin, zeytinyağı, kavun, karpuz, üzüm.
Deniz suyunun soğukluğu, Mavi bayraklı plajları, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, Balıkesir ve İstanbul’a bir saatlik mesafesi.
Okumak, yazmak, denize girmek, yürümek, oturmak için istediğim mekanlar çok ve ulaşım kolay.
Bu yıl Trakya’ya çok yağmur yağdı. Ankara’ya da öyle, bazı kentlere de. Ankara’dan ayrıldığım gün yine şiddetli sağanak vardı.
Şimdi Trakya’da rüzgarlar başladı. Belli saatlerde hızını artırıyor.
Yağmurla Gelen Güzellikler
Yağmurlu günlerde evden çıkmıyordum.
Balkondan, evimin yanı başında uzanan ayçiçeği ekili tarlaların, bağların, meyve ağaçlarının, domates ve biberlerin iri damlalarla yıkanmalarını, sıcağın yumuşatıp gevşettiği otların ayaklanışını,?şimşeklerin ışıltısını, şanslı günümdeysem bir anda çıkıveren gökkuşağını seyrettim, kitap okuyup,müzik dinledim.
Yağmur sayesinde damakta kekremsi tat bırakan toprak kokusunu, ayçiçeklerinin amber kokusunu, denizin serinlik taşıyan kokusunu, çayırların ferahlık veren, haydi kırlara diye bağıran kokusunu yoğun hissettim.
Yağmuru hep sevdim.
Yağmurdan şikayeti şirk gibi görürüm.
Karadeniz’in bir anda bastıran ve göz açtırmayan yağmurlarında da ardı arkası kesilmeyen Muson yağmurlarında ıslanmışlığım var.
Güney Afrika’da bir gece Cape Town’da Atlantik’in dev dalgalarının gürültüsüne baskın çıkan bol şimşekli yağmuru unutmam mümkün değil.
Dağlarda çok ıslandım. Artvin, Ilgaz ve Çamlıdere’de yakalandığım yağmurların serinliğini hep hissederim.
Avrupa’nın en güzel müzeleri önünde sıra beklerken iliklerime işleyen yağmura bile kızmadım.
Yağmur damlalarının nimet olduğuna inanırım.
Yağmur öncesi ve yağmur sonrası rahmete dahildir.
Yağmur sonrası yürümek, yeniden doğuş gibidir.
Diriliştir, çiçeğin, otun, çöpün, taşın, toprağın dirilişi.
Yağmur arındırır, arınmadır.
Yağmurlar şimdilik kesildi.
Sonbahar’da görüşmek üzere veda edip gittiler.
Dalgalarla Gidip Gelmek
Rüzgar var ve ben kendimi sahile atıyorum.
Denizin iyot ve yosun kokusu rüzgarla birlikte artıyor.
Dalgalardan çevreye yayılan su zerrecikleri altında hafif ıslanıyorum.
Denizden, güneş yanığı yüzüme, boynuma, kollarıma ve ayaklarıma tuz serpiliyor. En çok tuzu sakallarım topluyor.
Dalgaların uzaktan kabarıp, kıyıya kadar hız kesmeden gelişlerini ve köpürerek geri çekilişlerini izlemeyi seviyorum.
Dalgaların ve rüzgarın sesi aynı notaları çalıyor.
Her yanımı denizin kokusu sarıyor.
Gökyüzü bulutlarla süslü, mavi-beyaz uyum içinde.
Denizin maviden açık kahveye dönüşen rengini seyretmekten haz alıyorum.
Dün dikkatimi çekti, öfke denize rengini kaybettiriyor.
Denizlerimizin büyük bölümünün rengi turkuazdır. Mavinin en canlı tonu.
Fırtınada, dalgaların kıyıları sertçe dövdüğü anlarda turkuaz kayboluyor.
Deniz hiddetinden içini kemiriyor, dipten kumları, çakılları, yosun ve diğer bitkilerini adeta kazıyıp, dalgalarla kıyıya sürüklemeye çalışıyor.
Deniz için bu iş hiç kolay olmuyor. Hangi canlı olursa olsun, kendi içini deşmek zordur, yıpratıcıdır.
Deniz canlı mıdır, diye soracak olursanız, evet, derim.
Hayatın kaynağı nasıl cansız olur? Dünyamızdaki her nesne gibi, denizin hem canı var, hem hafızası.
Bir bankta oturdum. Denizin kabarmasını, dalga dalga katlanarak, içine aldığı kendi parçalarıyla birlikte ve rengini de değiştirip kıyıya vurmasını, bembeyaz köpüklere dönüşmesini izledim.
Hiddet, öfke, her canlıyı kendi renginin dışına çıkarıyor.
Bunu denizde gördüm.
Hiddet, her canlının kendi içini oyuyor. Bunu denizde gördüm.
Hiddet çarptığı yere verdiği zarardan çok kendine zarar veriyor. Bunu denizde gördüm.
Hiddet sona erdiğinde dinginlik geliyor, yorgun bir dinginlik. Bunu denizde gördüm.
Hiddeti seyredip zevk almak mümkünmüş. Bunu denizde gördüm.
Hiddet, öfke dış etmenden, tepkiden doğan, doğal halin dışına çıkmaktır.
Bunu da denizden öğrendim.
Dalgalar kıyıya değil, engele çarpınca gözlediğim, hiddetin aynı yoğunlukta olmadığı.
Deniz, derinden katlayıp öfkeyle savuracağı kendi parçasını, setin önünde kimselere belli etmeden dürüp büküp içeriye çekiyor.
Hamlelerinden vaz geçmiyor, fakat istediği etkiyi gerçekleştiremiyor.
Hiddetin etkisini set yumuşatıyor. Bunu da denizden öğrendim.
Hiddet, güzel ülkemin de rengini değiştiriyor, içini kanatıyor.
Güzel ülkemin dinginliğe ihtiyacı var.
Biraz sakinlik, rengini yerine getirecek.
Hafif esinti serinletir. Hafiflik ve serinlik hepimizin ihtiyacı.
Hiddet ve öfkenin önüne set çekilirse, şiddet önlenir.
Şiddet içermeyen tepkiler, toplumun ve bireylerin rıza gösterebileceği eylemlerdir.
Bakmak, düşünmek ve sakinlik insana öğretiyor.
Kainatta her varlık okunacak bir kitaptır. Okumayı bilenlere.