Karaman Ticaret Lisesi fiziki yetersizliğine rağmen, etkinliklerden geri kalmayan bir okuldu.
Mesela, okulumuzun bahçesi yoktu.
İstiklal Marşını okulun önünde sıra olur, öyle okurduk. Bayrak merasimi derdik ve haftada iki kez yapılırdı.
Okulun bahçesi olmadığından Pazartesi sabahları, Cuma öğleden sonraları oluşturduğumuz sıra Seki Hamam Caddesi’ne taşardı.
Okul duyuruları için yine aynı yerde toplanırdık.
Teneffüslerimizi geniş bir alanda tamamlardık. Seki Hamamı’nın önü, Külhan Sokak, Abbas Mahallesi, şimdi belediye binası olan alana kadar dağılırdık.
Beden Eğitimi dersi için Şıhali Yalçıner hocamız, eğer hava müsaitse şimdi üzerinde çirkin bir binanın yükseldiği Mut Yolu üzerinde boş bir arsaya götürürdü.
Bayram provaları yürüyüşümüz, okulun önünde başlar, Hoca Mahmut Cami önünden Mut yoluna uzanır, bazen mezarlık çevresi, bazen Koçakdede Mahallesi’nden tur atarak okul önünde son bulurdu.
Okul gazetesini çıkarma görevini bana verdiler.
Gazete, dediğime bakmayın. Hikaye, deneme, şiir gibi çeşitli yazılardan oluşacak metinler hazırlanacak, okul koridorunda bir panoya raptiyelerle tutuşturulacaktı.
Her hafta bu panoyu doldurma mecburiyetim vardı. Okulda şiir yazan, kitap okuyan arkadaşları bulmak kolay oldu. Onlardan aldığım yazılarla okul gazetesini aksatmadan mezun oluncaya kadar çıkarmaya devam ettim.
Yazılarımız, hatırladığım kadarıyla, sansürden geçmiyordu. Çünkü hangi yazıyı hazırlarsam veya seçersem onları panoya iliştiriyor ve olumsuz tepki almıyordum.
O yıllarda en beğendiğim şairler Erdem Bayazıt ve Osman Sarı idi.
Edebiyat öğretmenim Hüseyin Çetin, donanımlı bir insandı. Okumayı seven, okunması gereken kitapları öneren bir öğretmendi.
Falih Rıfkı’nın Zeytindağı, onun önerisiyle okuduğum ilk kitaptı. Bana özen gösteriyor, sık sık kitap öneriyordu.
Ama öğretmenimin önerileri, o yıllarda benim okumayı tercih ettiğim kitaplardan farklıydı.
Bir gün sınıfta şiir okumamı istedi. O günlerde Erdem Bayazıt’ın Sebeb Ey adlı kitabı Edebiyat Yayınları’ndan yeni çıkmış, şiirleri hemen ezberlemiştim.
Kitaptaki “Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair” şiirine vurulmuştum.
Uzunca bir şiir. Görsellik içerir. Bir filmin ana konusu olacak zenginlikte malzemeye sahiptir.
Bu şiiri okudum. Şiirin sevildiği bir yaştayız. Şiirin sonunda uzun bir sessizlik oldu. Öğretmenim, “Bu şiir kimin” diye sordu.
Ritm ve sözlerdeki ağırlık Nazım Hikmet’i çağrıştırıyordu.
“Can kuşum, umudum, canım sevgilim” diye biten dizeler ve “Müslüman yürekler bilirim daha, kızdı mı cehennem kesilir, sevdi mi cennet” diye haykıran müthiş vurgu, Nazım’dan apayrı bir kulvara savruluyordu.
“Erdem Bayazıt”, dedim.
“Kim o”, dedi.
“Genç şairlerden”, dedim.
”Hiç duymadım”, dedi.
“Çok güzel şiir değil mi’’, dedim.
“Öyle”, dedi.
Sınıf arkadaşlarım şiiri çok beğenmişti. Teneffüste soranlara Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisini ve yazarlarını anlattım, Sebeb Ey kitabını getireceğimi söyledim.
İsmet Özel’e terfi edinceye kadar, Erdem Bayazıt ve Osman Sarı’dan ayrılmadım. Sezai Karakoç’un yeri başka, ilk göz ağrım, hiç terk etmedim.
Yedi Güzel Adam adlı tv dizisi sayesinde bugün artık çok kişinin tanıdığı Edebiyat dergisi şairlerinden Cahit Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören ve Akif İnan’ı elbette es geçmedim. Ama bu iki isim hala kanımda dolanır.
Bir yurt dışı gezisinden gece yarısı Ankara’ya döndüm. Öğleye doğru işyerine geldim.
Bilgisayar ekranından ajansın yayına verdiği haberlere hızlıca göz attım. “Şair Erdem Bayazıt hayatını kaybetti” başlığını gördüm.
Kanserdi, son günleri sıkıntılı geçiyordu. Damadı, personelimizdi. Bir ilde haber sorumlusu olarak çalışıyordu.
Erdem Bayazıt’ın sağlık durumunu ondan haber alıyordum. Röportaj için girişimlerimiz olmuş, ama yapamamıştık .
Damadı sayesinde bir kapı aralandı. Erdem Bayazıt’ın şiirini bilen, edebiyatçı ve sanatçı bir ailenin kızı olan muhabirimizi görevlendirdim.
Kameraman görüntü aldı, foto muhabiri fotoğraflar çekti ve muhabir arkadaşımız güzel bir haber kotardı.
Haberde beni duygulandıran kısım, “Allah ömür verirse Üsküdar Risalesi yazmak istiyorum, inşallah” demesiydi.
Yazamadı. Bu röportaj onunla yapılan son röportaj olmalı.
Cenazenin ikindi namazına kaldığını öğrendim. Yetişebilirdim, şansımı denemek istedim.
Eyüp Sultan’a ulaştığımda cemaat namazdan yeni çıkıyordu. Cenazeye yetişmiştim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, başka bakanlar, bürokratlar ve gönüldaşı edebiyatçılar Eyüp Sultan’a gelenler arasındaydı.
Dönemin İstanbul Müftüsü Mustafa Çağırıcı cenaze namazını kıldırdı, güzel bir konuşma yaptı ve helallik istedi.
Defin için mezarlığa gitmedim. Şimdi rahmetli olan kardeşine ve yakınlarına baş sağlığı diledim.
Yorgundum. Hemen yakınlarda bir kafeye girdim.
Bir masada tanıdıklar vardı. Biri yakın dostlarımdan, Başbakan Müsteşar Yardımcılığından BDDK 2. Başkanlığı’na geçen Ahmet Şirin’di.
Davet üzerine yöneldiğim masada 30 yıldır görmediğim bir ağabeyimiz vardı: Hasan Seyithanoğlu.
Yedi Güzel Adam’ın ağabeyi. Bizim de ağabeyimizdi.
Entelektüel, konuşurken sizi sözlerin büyülü dünyasına alıp götüren güzel insan.
Bu sohbetlerin bana faydası çok olmuştur ama Rus edebiyatına tutkumda Seyithanoğlu’nun Dostoyevski’nin eserlerindeki karakterleri anlatmasının etkisi vardır.
Şık giyinmeyi, tarz sahibi olmayı, saça, sakala temiz bakmayı, klas duruşu da anlatırdı.
Ruhi Su’yu dinlememizi önerirdi. Batı klasiklerini de. Gerçek aydındı, ufku olan insandı.
Milletvekili olduğu dönemde Meclis’te kültür üzerine yaptığı bir konuşma Hürriyet gazetesinde manşet olmuştu.
Allah sağlık ve uzun ömür versin.
Üniversitenin ilk yıllarında Emek’te oturduk. İzin almadığım için ev arkadaşlarımın isimlerini veremiyorum.
Evimiz dergah gibiydi. Çok misafirimiz gelirdi.
Hasan Seyithanoğlu sohbete geleceğinde, sevdiğimiz arkadaşlarımızı davet ederdik.
İkramımız sadece çay olurdu. Çayı en güzel Mustafa demler, servisi de o yapardı.
Ah gençlik!
18’li yaşlardan 50’li yaşlara...
Zaman geçiyor.
Erdem Bayazıt’ın cenazesi 7 Temmuz 2008’de kaldırıldı.
Ölümünün üzerinden 10 yıl geçmiş.
18’li yaşlardan 60’lı yaşlara...
Gençler, sizlerin de bir kaç güzel adamı olsun. Bir Hasan abi de siz bulun.
Üsküdar Risalesi yazılmayı bekliyor.
Not: Bu yazıyı yazmama vesile olan Ticaret Lisesi’nden arkadaşım Taner Dulkadir’e teşekkür ederim. Bir ortak arkadaşımızla Uyanış’taki yazılarımı konuştukları sırada, “Okul gazetesini de o çıkarırdı” demiş.
Unutmuştum. Taner hatırlatınca, bu yazı ortaya çıktı.