Türkiye 17 Ağustos 1999’da Gölcük, 12 Kasım 1999’da Düzce, 3 Şubat 2002’de Afyon depremleriyle sarsıldı.
Gazeteci olarak görev yaptığım bu depremlerde büyük acılara tanıklık ettim.
Depremler çok can aldı. Evler yıkıldı. Düzen bozuldu.
Depremlerde devletin acziyetini de gördüm, halkın yardım seferberliğini de. Depremzedelerin çaresizliği de ağlattı, gönüllerinin zenginliği de ağlattı.
Onca acı ve yıkım arasında bir ülke gerçeği ile ilk kez karşılaşınca şaşkına döndüm.
Depremlerden hemen sonra çadır kentler kurulur. Burada hizmetler toplu verildiği için mağduriyetler asgariye iner. Depremzedelerin yemek, kıyafet, su, vb. ihtiyaçlarının karşılanması, sağlık hizmetlerinin verilmesi kolaylaşır.
Çadır kentlerde ve depremle çökmüş evlerin hemen yakınına kurulu çadırların önünde öyle çok engelli vardı ki, şaşırmamak mümkün değildi.
Ülkemin en acılı, en hüzünlü ve en meşakkatli yanını bana depremler tanıttı.
Normal zamanlarda yolda, sokakta, pazarda asla karşılaşmadığım insanları, çadırların önünde, evlerinin enkazlarının arasında gördüm. Bu kadar çok olduklarını hiç duymamıştım. Resmî açıklamalar yapılmazdı.
Aileler, özürlü bireylerini toplum içine çıkaramaz (nedenleri ayrı konu) devlet bu kişilere ait bilgileri ya toplamaz ya da her veriyi sır gördüğü için paylaşmazdı.
Ak Parti iktidarı bu alanda bir ilki başardı; engellilere sosyal yardım kapısı aralandı. Engelliler için devlet ödeme yapıyor. Parasal miktarını küçümsemek hakkaniyetle bağdaşmaz.
Gülnar’dayım. Bir lokantada çorba içiyorum. Yanımda 80 yaşını aşmış bir yörük. Emekliyim ama mesleki alışkanlıklarımı bırakmak ne mümkün.
Soruyorum, cevaplıyor. Çok içtenlikli biri. 6 çocuk babası. Eşi hayatta ama 2 yıldır yatalak.
-Çok çalışırdı, her işe yetişirdi, dedi.
Karısı altı çocuğu büyütmüş, ev işlerini ve yemeklerini yapmış, tarlada kendisini yalnız bırakmamış.
-Çok fedakardı, hiç şikayet etmedi. Hacca götürdüm. Birbirimize iyi davrandık. Dünyalık işlerimizde Allah’a sorumluluklarımızı yaptık, diye devam etti.
Tevekkül, kadere rıza veya adını ne koyarsanız koyun, bir hoşnutluk hali gözlerinden okunuyor.
Konuşmasına kulak verince, “hayat ne yaptın bana” yerine, “Rabbime hamdolsun”cu.
Sorularım devam ediyor, yanıtlar da peşi sıra geliyor.
Bir oğlu Gülnar’da yaşıyor. Üç çocuğu başka diyarlarda, onlar okumuş. İşlerinden ve imanlı çocuklar olmalarından çok mutlu. Yüz çizgileri enine uzuyor, öyle keyifli anlatıyor.
-E, altı çocuk vardı. İkisi nerede? Diye soruyorum.
Sorular, neşter gibidir. Yaraları bulur, deşer, içindekini almanıza imkan verir. İyileştirmez ama ağrı kesiciden etkili olabilir.
Yanıtı:
-Onlar özürlü. Biri erkek, diğeri kız. 60 yaşını geçtiler. Kimselere zararları olmadı. Otur denilince otururlar, saatlerce öyle kalırlar. Yemek bile isteyemezler. Çok uslular, çok sakinler.
Allah razı olsun, hanım hastalanınca gelinim bakıyor onlara. Öyle iyi bakıyor ki, annelerini aratmıyor.
Devlet desteği alıp almadıklarını soruyorum.
Allahım, merhametinin büyüklüğünden nasıl titremeyelim. Anneye babaya öyle bir merhamet kaynağı yerleştirmiş ki, ölümünden sonra bile geride kalan çocuklarına yanan bir yüreğin sesini duyuyorum.
-Çocuklarımın ikisine de devlet maaş veriyor. Aldığımız günden bu yana bu paraya hiç dokunmadık. Ben ölünceye kadar çocukların parası birikecek. Ayrıca bir sera yaptım. Kim çocuklarıma bakacağına söz verirse, serayı ve biriken parayı ona vereceğiz. Diğer çocuklarım da bu durumu biliyor. İki masum, yaşları ilerledi ama onlar hala küçük çocuk.
Çorba bitiyor, sohbet de bitiyor.
Hesabı istiyorum. Gevezeliğiyle dikkatimi çeken lokantacı neredeyse 2 kat fiyat çekiyor. İtiraz etmiyorum. Masa arkadaşımın hesabını da ödemek istediğimi söylediğimde, hesabını ödemiş olduğunu, sohbet için oturmaya devam ettiğini anlıyorum.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na göre, Türkiye’de engelli nüfusun oranı yüzde 6.9.
Bir başka söyleyişle yaklaşık 5 milyon engellimiz var.
Yaklaşık 5 milyon aile, 5 milyon anne, 5 milyon baba, belki 15 milyon kardeş, bir engelliyle hayatı paylaşıyor.
Engellilerimizin büyük bölümü evinden dışarıyı bilmiyor. Anne, babalar kendileri ölünceye kadar çocuklarının bakımını üstleniyor.
Her engelli anne ve babanın endişesi; biz öldükten sonra bu çocukları kim sahiplenecek?
Kanayan yaralarımızdan biri. Kanı durdurmak önce devletin, sonra toplumun görevi.
Yıllarca acı çekmiş anne ve babaları rahatlatacak, endişelerini bertaraf edecek, gözleri açık gitmekten alıkoyacak bir formül bulunabilir mi?
Bir de helal kazanca haram bulaştırmanın vebalini anlatmanın yolunu bilsek.
İyi esnaf, iyi insan olmanın önce dürüstlükten geçtiğini öğrenebilsek.