Mükremin İpek Ticaret Lisesi’nde tanıdığım arkadaşlarımdandı. Samimiyetimiz olmadı, selamlaşır, konuşurduk.
Okulun kavruklarındandı. O dönem arkadaşlarımızdan, hayatın yükünün omuzlarına en ağır bindiği kişi dersem, abartmış olmam.
Musallanın yakınında bir işyerinde, belki kendi iş yeriydi, bilmiyorum, 1990’lı yıllarda görüştüğümü hatırlıyorum. Çok sonra öldüğünü duydum.
Cana yakındı, okulun kahvehane müdavimi grubundandı. İyi bir insan olarak anımsıyorum.
Mehmet Güler, ilkokuldan iki yıl sınıf arkadaşım oldu. İlkokulda da, Ticaret Lisesi’nde de okulun en uzun boylu öğrencisiydi.
Yoksul bir ailenin, çok emek vererek okuttuğu biri olarak hatırlıyorum Mehmet’i. Son sınıfta sıkı çalıştı. Benden okumak için çok kitap alırdı.
Samimi olduğu arkadaşı yoktu diye hatırlıyorum. Sessizdi ve düşüncelerini paylaşmaktan kaçınırdı.
Üniversiteye girdiğini duydum. Hangi kent, hangi okul bilmiyorum. Çünkü ondan bir daha haber alamadım.
Ticaret Lisesi’nden sınıf arkadaşım olan Mehmet Güler’in ailesini hiç tanımadım. Umarım, mutlu bir hayatı olmuştur. Mükremin gibi, hayatın acı yüzünü gören arkadaşlarımızdandı.
Muammer Delice, karşı komşumuzun torunuydu. Mahallede oyunlara katılmazdı. Yazları herhalde köylerine giderdi.
Ahmet Cici ve Yakup Küçükyumru ile paylaştığımız sıranın önünde otururdu.
Okulla birlikte müdürümüz Nevzat Beyin ortak olduğunu duyduğumuz muhasebe bürosunda iş hayatına atıldı.
Arkadaş ortamlarından zorunlu olarak ayrı kaldı. Ahmet Cici ile özel bir ilişkisi vardı. Sevgili Cici’nin en çok şaka yaptığı arkadaşımızdı.
Muammer Delice’yi uzun yıllar görmedim. Mezuniyetimizden 25-30 yıl sonra Sertavul’da yemek yerken masama incik geldi. Çok güzel hazırlanmıştı.
Muammer beyin ikramı, dediler. Hangi Muammer diye sorarken, gülerek yanıma geldi. Kalın camlı, kalın çerçeveli gözlükleri ve o sevimli haliyle Muammer Delice’yi gördüm.
Kucaklaştık, kısa sohbetimiz oldu. Böylece bir bisküvi fabrikasının patronu olduğunu öğrendim.
Çocukluğunu ve ilk gençliğini mahrumiyet içinde geçiren, hep çalışan, asla mutsuz göremediğiniz bir yüz ifadesiyle, içinde yaramaz bir çocuk yaşatan Muammer’in iş adamı kimliği beni öylesine mutlu etti ki, o günü dün gibi hatırlıyorum.
Muammer, yıllar sonra telefonla aradı. Başbakanlık’ta görevli olduğum dönemdi. Emekliye ayrıldığını, fabrikayı devrettiğini anlattı. Bir ricası vardı, yardımcı oldum.
Özel hayatını hiç bilmiyorum, eczacılıkta okuyan bir kızından gururla bahsetmişti.
Trafik kazasında hayatını kaybettiğini gecikmeli öğrendim.
Muhittin Tartan ve Tayyar Yıldız’ın gönlümdeki yeri bir başkadır.
Her ikisi için Karaman’da Uyanış’ta yazdığım yazıları lütfen okuyun. Bulamazsanız Ahmet Cici’den link isteyin.
Tayyar’ı ölüm odasına ben götürdüm. Eşim ve küçük iki oğlumla Ankara’da Bayındır Hastanesi’ne yatırdık.
Elinde bir küçük valiz, içinde bir kaç parça giyecekle hastaneye girdik.
Kalp ameliyatı öncesi hastane odasındaki son fotoğraflarını ben çektim. Korkarak girdiği ameliyat sonrası yoğun bakımdan çıkamadı.
Bir Ramazan gecesi hastaneden aradılar ve acil gelmemi istediler. Gittiğimde, doktoru durumunun kritik olduğunu söyledi.
Öyle de oldu. Saat 01.00 sıralarında, maalesef hastanız vefat etti, dediler.
İki yaşındaki oğlumun Edi dediği Tayyar’ın cenazesini, sevgili dostum Şerafettin Güç’le birlikte Karaman’a götürdük. Kefeninin üzerine gözyaşlarım aktı.
Ağustos’ta Tekirdağ’a götürecektim. O başka yeri seçti.
Muhittin’in oğlu ile haberleşiyorum. Motosikletini sakladığını, babasının anılarını motosikletle yaşattığını bir gece yarısı telefonla arayıp anlattı.
“Ahmet amca, babamı çok özlüyoruz.” dedikten sonra karşılıklı ağlaştık. Kızının bana gönderdiği mesajını uzun süre sakladım.
(Devam Edecek)