Başım dağ, saçlarım kardır
Deli rüzgârlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır.
Kalbime benzer taşları
Heybetli öter kuşları
Göğe yakındır başları
Benim meskenim dağlardır.
Sabahattin Ali’nin Dağlar şiirinden iki dizeyi alıntıladım.
Meraklısı tamamını bulup okuyacaktır.
(Şiiri, ömrünün son yıllarını Kaz Dağlarında geçiren Tuncel Kurtiz’den, şarkısını sahil insanı Sezen Aksu’dan dinlemenizi öneririm.)
Bir dağın eteklerinde doğdum. Dağ, sadece dağdı.
Anadolu’nun uçsuz bucaksız steplerinin ortasında kapkara bir kütleydi.
Karaman Ovası’na gözcülük yapan bir Türkmen yiğidi gibi gözüken bir dağdı.
Ticaret Lisesi’nde bir dönem Hocam olan Avukat Şahin Yıldız, ışıldayan gözleri, kahkaha patlatmaya hazır yüz ifadesiyle, “Yazılarını beğenerek okuyorum” diyerek, bir öğretmen sıcaklığıyla omuzuma dokunup, kucakladı.
Samimiyetini ve sıcaklığını hissettiğim bu kucaklaşmanın en güzel yanı; 45 yıl sonra söylediği, “Kompozisyon dersinde en yüksek notu sana verirdim. Demek ki doğru yapmışım, notları hak ettiğini görüyor ve mutlu oluyorum” cümlesini işitmekti.
Duygusal bir geceydi ve bu iltifat, beni ziyadesiyle onurlandırdı. Aynı övgüyü sahnede tekrarlayınca, yüzüm kızardı.
Okumaktan fırsat bulamayan ve yazmaya üşenen ben, Şahin Hocama mahcup bir şekilde, yazılarımı siyasi içerikten uzak tuttuğumu, siyasetle ilgili yazmak istemediğimi belirttim.
Şahin Hocam, bu kez iki eliyle omuz başlarımı sıkarak, “Sen böyle yaz. Karadağ’ı yaz. Doğayı yaz. Çizgini sürdür, ülkemizi ve güzelliklerini yaz” talimatını (!) verdi.
Yazılarımın içeriğini de üslubunu da değiştirme niyetim yok. Siyaset, benden ve kalemimden uzak dursun.
Şahin Hocama teşekkür ettim. Övgüsü ve yazılarımı okumuş olması beni yeterince gönendirmişti.
Şahin Yıldız Hocamın, “Karadağ’ı yaz” talimatından önce, o dağa en yakın yerleşim yeri Kılbasan’da doğmuş bir okuyucu, gezgin ve gazeteci olarak, on yıl önce bu Türkmen yiğidini yazmıştım.
Şahin Hocama bunu söylemekten çekindim.
Kusur Yalnız Gezmez
Not aldığım, düzenlenmeyi ve defterler arasından ayıklanmayı bekleyen o kadar çok yazım var ki. Aramaya ve yazmaya üşeniyorum. Karadağ’ı anlatmaya çalıştığım yazı da bu notlarım arasında bulduklarımdan.
Ticaret Lisesi ilk mezunları buluşmamızdan sonra yazdığım yazılarımı okuyan saygıdeğer hocalarım, onların dostları ve yıllardır görmediğim arkadaşlarımdan çok sayıda “Lütfen yaz, keyifle okuyoruz “ mesajları aldım.
Mesleğim gereği hep yazdım. Bunlar ya gazete ve dergilerde haber oldu ya da özel notlarım arasında kaldı.
Hiç bir kusur tek başına olmaz. Benim kusurlarımdan biri de dağınıklığımdır.
Karadağ’ı, beni panikleten, korkudan titreten Sicilya’daki Etna Dağı yakınlarında yazmıştım.
Bu yaz mevsiminin uzun gecelerinden birinde, eski defterleri karıştırırken Katanya (Sicilya’da, mafyanın doğduğu şehir) günlüklerimi buldum.
Notlarıma baktığımda, İtalya’nın ünlü yanardağı Etna eteklerinde gezerken, hep Karadağ’ı düşündüğümü farkettim.
Palermo’ya uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra geldim. Yol arkadaşım ve rehberim, o dönemde Roma temsilciliğimizi yapan, iyi bir gazeteci, iyi bir tercüman, iyi bir edebiyatçı, teoloji okuyan ve hepsinden öte iyi bir dost ve insan olan, halen Vatikan Büyükelçimiz Lütfullah Göktaş’tı. Bana Vatikan’ı da Sevgili Lütfullah Göktaş gezdirmişti.
Kaldığım yer, tepede bir butik oteldi. Yeşillikler içindeki küçük havuz göz kırptı ve beni ayarttı. Odama eşyaları yerleştirmeden mayomu giyip havuza indim.
Hafif esintili bir Akdeniz havası. Otel sakin, havuz boş. Tombul bulutlar, kendilerinden umulmayacak kadar hareketli. Su serin ve yorgunluğa en iyi çare.
Sırtüstü yüzüyorum, Akdeniz’in, İtalya’nın ve bulunduğum ortamın keyfini çıkarıyorum. Karşımda Etna, başı dumanlı.
Palermo’ya, Avrupa’nın bazı üniversiteleri ile AB üyesi Akdeniz ülkelerinin haber ajanslarının, doğal afetlerde medyanın haber alma ve haber paylaşma yöntemleri üzerine Avrupa Birliği’nin finanse ettiği, ortak proje oluşturması için yapılacak çalıştaya katılmak üzere geldim. Toplantıda, Türkiye’ye büyük dram yaşatan depremleri anlatacağım.
Bedenim serin suda, ruhum kah bulutların üstünde kah Etna’nın zirvesinde. Rehavet içinde bir dinginlik. Bulutlar, rüzgarın iteklemesiyle hareketli. Bir çizgi doğrultusunda gidiyor.
O da ne? Etna’nın üstünde bulut sandığım duman yukarıya doğru hareket ediyor. Yol yorgunluğuna yoruyorum. Gözlerim Etna’nın doruğunda. Ve, gördüğüm bulut değil, dağın zirvesinden çıkan duman. Etna’nın bacası tütüyor. Kalbimin ritmi hızlanıyor.
Gerçekten, Etna tütüyor.
Panikle havuzdan çıkıyorum. Kurulanmadan resepsiyona giriyorum. Resepsiyonda kimse yok. Sayın Göktaş’ı odasından arıyorum. Geliyorum, diyor, bir dakika geçmeden yanımda. Etna tütüyor, diyorum.
Gülüyor, cahilliğimi yüzüme çarpmıyor.
Gülerek sakince devam ediyor:
“Zaman zaman tüter. Faal yanardağlardan. Tam fotoğraflık görüntü.”
Ardından, havuz nasıldı, diye soruyor.
Her şey çok güzel; Etna, tüten zirve, bulutlar, havuz, havuzun suyu, heyecanım, panik halim ve uzaktan da olsa çektiğim onlarca kare Etna fotoğrafı.
Hayat güzel, yeni bir şey duymak, Etna’nın faal dağ olduğunu öğrenmek daha güzel.
Etna’da Köylerimizi Düşündüm
İlk aşk gibidir, ilk gördüğümüz her nesne. İlk gördüğümüz dağ, orman, deniz, ova ne varsa hafıza onları unutulmazlar arasında saklıyor.
Benim de öyle oldu. Etna’yı seyrederken aklıma gelen Karadağ, toplantı sonraki gezimizde beni doğduğum köye götürdü.
Etna’nın kraterlerine kadar çıktık. Lav katmanlarındaki tropik bahçe görüntülerine hayret ettik. Onlarca farklı bitki türünün kapkara lavların arasında rengarenk çiçek açtıklarına tanık olduk.
Beni en çok etkileyen, Etna’nın eteklerindeki evler, daha doğrusu villalar oldu. Kara taşın mimaride estetik bir malzeme olabileceğini Etna’da gördüm ve hayran kaldım.
Siyah asil renk. Etna’daki evleri görünce siyahın asaletinin tartışılamayacağına kanaat getirdim.
Başka renk yok, evler, duvarlar, merdivenler, mimari tüm yapılarda, bölgenin kapkara taşı kullanılmış. Kara kara evlerden yeşillikler sarkıyor. Her renk çiçek, kara taşların üstünde renklerini adeta çoğaltıyor.
Mukayese, bir başka söyleyişle karşılaştırma, sağlıklı zihinlere has bir özelliktir. Zihnim, Karadağ ile Etna arasında mekik dokudu.
Karadağ’ın eteğindeki yerleşimler, başta benim köyüm olmak üzere, çevresindeki köyler gözümün önüne geldi.
Doğa adil, doğadan yararlanma biçiminde bir sorun olmalı.
Çevresindeki mahrumiyetten, üretim biçiminden, yaşam kalitesinden Karadağ sorumlu değil.
Kılbasan, Kisecik, Dinek, Üçkuyular, Eminler, Çiğdemli, Demiryurt, Çoğlu, Kaşoba, İslihisar Karadağ’ın en yakın yerleşimleri.
Burunoba, Ortaoba, Eğilmez, Ekinözü, Süleymanhacı, Yuvatepe gibi çok sayıda köy ise Karadağ’a komşu.
Bu köylerin hiç birinde Karadağ’ın taşı kullanılarak yapılmış ev görmedim. Çocukluğumda, dağdan taş toplanır, bostan tarlalarının etrafı ve yeni yapılacak evlerin bahçe duvarlarında kullanılırdı.
Yine çocukluğumdan hatırladığım dağın eteklerindeki bağlardan bugün eser yok. (Madenşehri’nde bağcılık ve bahçecilik yapan fedakar insanlarımıza saygılarımı sunuyorum.)
Karadağ’ın zirvesinin yüksekliği 2271 metre, Etna yaklaşık bin metre daha yüksek.
Karadağ’da kesilmekten kurtulan ve günümüzde korunan meşe, ardıç, yabani badem, alıç ağaçları ile geven, yavşan (Pelin), kekik, sütleğen, sığır kuyruğu, oğul otu (Melisa), kantaron bitkileri vardır.
Etna’da ormanlık alanlar ve çeşitli bitkiler gördüm. İsimlerini bilmiyorum. Ama her yerde bağ, mimoza ve portakal ağaçları var.
Karadağ’ın yılkı atları ve yaban koyunları, tarihi miras Binbir Kilise’nin enkazı, sarnıçları ve Bizans kalıntıları var.
Kim merak edip gitmiştir?
Etna turist kaynıyor.
Karadağ Anadolu, Etna Akdeniz kokar.
Doğa adildir, her yere bir değer sunar. Taş da nimettir. İş odur ki, taşın, nimetin kıymetini bilmek gerek.
Evimde, Etna’nın tepelerinden el çantama attığım çakıl taşı büyüklüğünde bir lav parçası ile baykuş koleksiyonuma dahil ettiğim lavdan yontulmuş iki adet baykuş objem var.
Hatırası çok olan Karadağ’dan bir nesnem bile yok.
Karadağ’ı gören, Karadağ’a çıkan, Karadağ eteklerinde yaşayan binlerce kişi bu diyardan gelip geçti. Bir öğretmen, bir ressam, bir şair, bir yazar Karadağ’a selam vermemişse günahı Karaman’ın boynuna.
Konu, hocam ve yuvam olunca, sizler de hak verirsiniz ki bu yazı devam etmeli.
Yarın, Şahin Yıldız Hocam ve Karadağ’ı bir başka açıdan tanıyacağız. Evimizin salonundaki Karadağ panosunu da anlatmaya çalışacağım.