Karaman’daki evimizin kuzeye bakan tek penceresi vardı. O pencere, salonumuzda Karadağ’ın zirvesinin yakın çekim panosu gibi dururdu.
Nasıl mı? Nereden ve hangi açıdan bakarsanız, o pencerede görünen yalnızca Karadağ’ın doruğu olurdu, ondan. Karlı, dumanlı, daha çok açık doruk...
O zirve babam için meteorolojik veri istasyonuydu. Her sabah erken saatlerde pencereden bakar, zirveyi bulutlu ve kararmış görürse yüzü güler, rahmet geliyor, derdi.
Bu söz hepimiz için mutluluk kaynağıydı. Çiftçiydik ve yağmur bizler için rahmetten başka şey olamazdı.
Babamı, yaşıtları Dağlı’nın Ali olarak tanırdı. Dağlılığı, Karadağ’dan değil, Orta Toroslar’ın Çetmi adlı bir güzel yöresinden Kılbasan’a gelin gelen babaannemdendi.
Karadağ, bir yazının konusu olacak kadar kısır değil. Karadağ’dan ilk kez, “Bizim Kamil” yazımda söz ettim. Arkası gelecektir, inşallah.
Tiyatro mu Hukuk mu?
Şahin Yıldız Hocama, ilk dersimize girdiği gün, “Niye avukat oldunuz? Siz iyi bir tiyatro sanatçısı olurdunuz. Çok yakışıklısınız. Mimikleriniz, elinizi, kolunuzu kullanışınız tiyatrocular gibi” demiştim.
Hocam bunu hatırlamadı. Ben hiç unutmadım. 45 yıl önce bu cümleleri söylediğimde, “Bunu hiç düşünmedim, Allah, Allah” diyerek hayret etmişti.
O gece de hatırlamadığını söylerken, “Öyle mi demiştin. Hiç hatırlamıyorum. Allah, Allah” dedi.
Bu soruyu sorarken geçerli bir gerekçem vardı.
Şahin Yıldız Hocam, derslerde hep coşkuluydu. Coşkusunun sebebini bilmiyorum ama onun coşkusu sınıfa yayılırdı. İlk kez coşkulu, heyecanlı ve beden dilini kullanan bir hoca görmüştüm. Bu özellikler bir avukattan çok, sahne tozu yutmuş sanatçılara özgü diye düşünmüş olabilirim.
“Hiç tiyatroda oynadınız mı? Siz iyi bir tiyatro sanatçısı olurdunuz” cümlemin çıkış noktası bu düşüncem olabilir.
Bir başka değerli hocam Sami Mangırcı’nın vefatının ardından yazdığım “Sami Abi” başlıklı yazıdan, Şahin Hocamın adının da anıldığı bölümü burada yeniden kullanmak isterim:
“Ticaret Lisesi’nde her şey kolay; dersler, arkadaşlıklar ve öğretmenlerle yakınlık...
Derslere dışarıdan, ücretli öğretmenler geliyor. Hepsi Karamanlı ve bizim abilerimiz. Üstelik çok yakışıklılar...
Kimler yok ki; Şahin Yıldız, Ömer Mavili, Şıhali Yalçıner, Sami Mangırcı...
Bu “öğretmen-abilerimiz” Karaman’da mesleklerine adım atarken, bizlerin kalbine ve zihnine de demir attılar.
Her birini hoş duygularla ve minnetle anarım.”
Hocam, alınmayacağınızı biliyorum:
“Avukatlığın tiyatroculuktan farkı yok. Her iki meslek de repliklerini tekrarlar. İnandırıcı olmak, izleyene bu izlenimi vermek zorundadırlar.”
Yaşamı cazip kılan, inandığımız çizgiden yürümektir, sevdiğimiz işi yapmaktır.
Karadağ, sırtımızı dayadığımız, gözümüzü alamadığımız bir güzelliktir.
Karadağ, bozkırın ortasına bir anıt gibi saplanmış güzelliktir.
Ovaya gözcülük yapan Türkmen yiğitlerinin başıdır.
Obadır, yurttur.
Göklerin bozkıra armağanıdır.
Karadağ, Karaman’dır.
Sevgili Şahin Hocam;
Bu yazıyı sizin için yeniden yazdım, bir bakıma güncelledim. Yazıma vereceğiniz not ne olursa olsun, sizin gönlümdeki sevginizde bir değişiklik yaratmayacaktır.
Karadağ yazım, coğrafya veya tarih dersi için değerlendirilecek olsa en düşük puanı alır.
Ben gazeteci, gözlemci ve gezginim. Coğrafyasını, tarihini uzmanlarına bıraktım. İstesem de yapamazdım. Benim Karadağ’ı anlatma tarzım bu.
Karadağ’ın leziz koyun yoğurduna, koyun peynirine, çiçek kokulu balına, yumuşacık etine, dağ armuduna ve arkadaşım Esat Aköz’’ün, kaynarken kazanın başında bekleyip benim için Ankara’ya gönderdiği ve ilk kez bu yıl tattığım Madenşehri pekmezine yer kalmadı.
Palermo’da yediğim mantarlı pizza yerine, tercih hakkım olsaydı, Karadağ eteklerinden toplanan domalan soteyi seçerdim.
Notlar:
Bir öneri: Geceye katılanlar başta olmak üzere, dostlarla her hangi bir zaman diliminde, Karadağ’a çıkıp piknik yapmak. Dağın yamaçlarından Karaman Ovası’nı seyretmenin güzelliğine birlikte tanık olmak.
(Kılbasan Büyükşehir Belediye Başkanı sevgili Ahmet Ertuğrul’suz olmaz. Sevgili Muhtarım Zekeriya Özermiş bizi yalnız bırakmaz.)
Bir Acı: Bizim Kamil, başlıklı yazımda anlattığım ve hastalığına şifa olur umuduyla dua istediğim Kamil Renklidere geçen ay vefat etti. Annesi Şerife Hanım da Kamil’den hemen sonra hayatını kaybetti. Allah rahmet eylesin.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın Danışmanı Süha Bey, Uyanış’a yazdığım yazıyı kullanmak istediklerini belirterek, iznimi talep etti. Nerede, nasıl kullandılar bilmiyorum ama Kamil için Bakanlık başsağlığı mesajı yayımladı. Uyanış’ın takip edildiğini bilmek güzel.
Renklidere’nin projelerinden biri olan yılkı atları belgeselini artık bir başka sanatçı hemşehrimiz çeker.
Bir Emanet: Sami Abi başlıklı yazım, Mangırcı ailesini bana bir kez daha hatırlattı. Mangırcı ailesi, Sami abinin yıllarca kullandığı saatini, bana hediye etme kararı almış. Torunu bu kararı iletti, saati kabul etmem halinde kendilerinin çok mutlu olacaklarını bildirdi.
Saat adresime kargo ile geldi. Geldiğinde çalışıyordu, muhafaza ettiğim çekmecede yine çalışıyor. Abi gördüğüm bir insanın en sevdiği kişisel eşyasını almak, tarifsiz bir duygu.
Bu vesileyle Sami abiye ve hemen peşinden hayata veda eden saygıdeğer eşine bir kez daha Allah’tan rahmet dilerim.
Ticaret Lisesi müzesi olsa, ailenin iznini alarak, bendeki emaneti oraya verebilseydim, daha uygun düşerdi.