Hiç atım olmadı. At binmeyi de bilmem. Bu ikisi yoksa at sevgisi gelişmez. At sevgim yetersiz olsa da atlardan ve atlı mekanlardan uzak kalmadım.
Ankara’da Atlı Spor ve Binicilik İhtisas kulüpleri ile Gölbaşı yakınlarındaki at çiftliklerine çok gittim.
At yarışı izlediğim de olmuştur, dereceye giren atların sahiplerine plaket vermişliğim de.
Atlı mekanların belirgin özelliği, mutfaklarının iyi olmasıdır. Manejdeki atları camlı bölmeden seyrederken, leziz yemekler yemek keyiftir.
Türkiye Jokey Kulübünün yurtdışı etkinliklerinin bir çoğuna katıldım. Bu gezilerde unutulmaz anılarım oldu, dostlar edindim. Ülkeleri, kültürel değerlerini ve insanlarını gördüm.
Bir Japonya gezimde, otelimizin yakınında bir Japon bahçesi keşfettim. Biz park diyoruz, Uzak Doğu ülkelerinde bahçe kelimesi kullanılıyor.
Erken kalktığım bir sabah, otel çevresini gezerken Japon bahçesi gördüm. Bahçenin düzeni ve huzur veren havasından etkilendim. Yağmur çiseliyordu ve ben ilk kez gördüğüm bahçede yürüyordum.
Hafif ıslanmış halde otele dönerken yağmur dindi.
Kahvaltıda buluştuğum ekip arkadaşlarımdan izin istedim. O günkü programlarına katılmak yerine Japon bahçesinde fotoğraf çekmek istediğimi söyledim. O günlü Tokyo’yu tanıma amaçlı turun 5-6 saatı bulacağını belirterek, yalnız kalacağım için sıkılabileceğimi ifade ettiler. Talebimi ise anlayışla karşıladılar.
Otelden birlikte çıktığım yol arkadaşlarım, rehber eşliğinde minibüse binerken ben çantamla Japon bahçesine yöneldim.
Japonya’ya, daha doğrusu Japonlara ulus olarak hayranlığımız vardır. Hayranlığımızın kaynağı, değerlerine sahip çıkarak, yakaladıkları gelişmişlik düzeyi ve çalışkanlıklarıdır.
Her Yer Temiz, Trafik Düzenli
Japonya’nın bir refah ülkesi olduğunu havaalanına ayak bastığınızda görmeye başlıyorsunuz. Zenginlik her yerde kendini gösteriyor.
Tokyo’nun yolları, binaları, alışveriş merkezleri, tabelalar birer zenginlik nişanesi. Kadınların kıyafetleri, ayakkabı ve çantaları ünlü markaların ürünü.
Her yer temiz, trafik düzenli, insanlar saygılı ve kibar. Kaldırımda yürüyen, yeşil ışıkta karşıya geçen insanların ve araç selinin karmaşadan uzak görüntüleri ilk dikkatimizi çeken özellikler oluyor.
Çantadan fotoğraf makinesini çıkardım. Yağmur bahçeyi yıkamış, Kasım’ın ortaları ve güneş kurutmaya çalışıyor.
Üç bin metrekareden büyük olduğunu tahmin ettiğim bahçede keyfime diyecek yok. Hava, fotoğraf havası.
Japon bahçelerinin bizim parklarla ortak yanı ağaçlar ve banklar. Bunun dışında ortak yan aramayın.
Japon bahçelerinin çeşitleri olduğunu, bunların başka tarzda yapıldığını ve farklı isim taşıdığını sonra öğrendim.
Müzeler Bahçe İçinde
Yine Japonya’da müze ve benzeri kültürel mekanların çok büyük bahçelerin içinde yer aldıklarını görecektim.
Daha sonra gezdiğim ünlü Yoyogi bahçesinin büyüklüğüne gıpta ile bakarken, burasının orta ölçekli bir bahçe olduğunu öğrenecektim. Geleneksel giysiler içinde, kimonolu fotoğraf çektirenlerle geyşaları da bu parklarda görecektim.
Benim fotoğraf çekmek için girdiğim bahçe, “Kaiyüshiki-telen” olarak adlandırılan bir gezinti bahçesi imiş.
Bu bahçelerin özellikleri, doğayı taklit esasına dayanıyor. Dünyayı temsil ediyor. Budist inanışa göre yapılan bu bahçelerde, dünyayı oluşturan kıtalar, okyanuslar, dağlar, nehirler ve şelaleler simgesel yer alıyor.
Bahçenin temel tasarım öğeleri su, kaya, yosun, taş fenerler, kum ve çeşitli bitkilerden oluşuyor.
Küçük bir budist tapınağının da bulunduğu bahçenin her köşesi seyrine doyulmaz güzellikte. Her köşesine hayran hayran baktım.
Bahçenin bahçıvanını girişte görmüştüm; 50’li yaşların üzerinde, 50 kiloyu geçmeyen, kaşlarına kadar sık saçlı, kısa tıraşlı, tipik bir Japon’du.
Kot benzeri pantolonu ve üzerinde aynı kumaştan, gömlek-mont karışımı bir kıyafeti vardı.
Dikkatle bakmıştım bahçıvana. Bahçenin hayat kaynağı olan, ırmak havası verilmiş minyatür akıntının kenarında çömelmiş, minik taşları düzeltiyor, dökülen yaprakları topluyor, suyun sürüklediği çakılları yerlerine yerleştiriyordu.
Öyle hızlı hareket ediyordu ki, ilk bakışta onda, işini bitirip gitmeye hazırlanan insanın aceleciliğini gördüm. Aceleci, ama çok sakin görünüyor ve telaşlı birine kesinlikle benzemiyordu.
Bir ara başını kaldırıp bana baktı. İzlendiğinin farkındaydı. Göz göze geldik. Japonların selamlama biçimiyle selam verdi. Ben de başımı hafif öne eğmeden önce gülümseyip karşılık verdim.
Bu Adam Hiç Yorulmaz mı?
Japon bahçıvan mola vermeden aynı tempoda işini yapıyordu. İzlediğim sürede marifetli elinin değmediği, küçük ayağının basmadığı yer kalmamıştı.
Yorulacak gibi değildi. Sahi, ne zaman mola verecekti? Gözden kaybolsa, yemek yemeye gidecek ve sonra yeniden gelip fotoğraf çekimine devam edecektim.
Uzaktan da olsa göz hapsimde olan bahçıvan bir ara kayboldu. Ben de bunu fırsat bilip öğle yemeğimi yemeye gittim.
Yemekten erken döndüm. Benim bahçıvan, bahçenin alt köşelerinde bir şelalenin tepesinde, çalıların arasını temizlemekle meşguldü.
Bahçeyi gezmeye gelenler veya buradan geçenler asla yere bir şey atmıyorlardı. Bahçe tertemizdi. Dökülen yapraklar dışında çöp denilecek her hangi bir madde görmek mümkün değildi. Bahçede çöp kutusu bile yoktu.
Bu konuda öğrendiklerim; Tokyo’da hiç bir yere çöp atılmıyor, bu nedenle kent merkezinde çöp kutusu yok. İnsanlar çöplerini evlerine götürüyor, ya öğütücü de öğütüyor, ya da evinin çöpüyle birlikte çöp toplama noktasına bırakıyor.
Yol arkadaşlarım dönmüş olmalıydı. Işık elverişli olduğu için çok fotoğraf çekebilmiştim. İkindi sonrası bahçeden ayrıldım.
Giderken bahçıvana bir kez daha baktım, görmedi. İşine yoğunlaşmış, elleri yine hızlı hızlı hareket ediyordu.
O akşam yemeği için Tokyo Büyükelçimiz Selim Sermet Atacanlı’nın davetlisi olarak rezidansa gittik. Asya Yarışçılık Konferansına katılmak için Tokyo’ya gelen dönemin Tarım ve
Orman Bakanı Mehdi Eker ve zarif eşi de oradaydı.
Sohbette bir at tutkunu ve iyi bir at binicisi olduğunu öğrendiğim Sayın Eker’e, Japon bahçıvanı anlattım. Büyükelçi Atacanlı, “Japonlar işlerinde çok titizdir, çok çalışkandırlar” dedi.
Bir bahçıvanı 5-6 saat izleyip, “Japonlar çalışkandır” genellemesi yapamam.
Ya Bizim Bahçıvanlar
Park ve bahçeleri seven, parklarda oturan, yürüyen, koşan ve kitap okuyan biri olarak diyebilirim ki:
“Tokyo’da bir bahçede tanık olduğum Japon bahçıvanın çalışması, benim parklarımızda gözlediğim bir belediye işçisinin belki 15 günlük çalışmasına denktir. Abartılı gelmişse özür dilerim. Siz, bir haftaya denk diyebilirsiniz. Ama daha azı değildir.”
Bu gezinin üzerinden 10 yıl geçmiş. O gündür, bugündür her gittiğim parkta, varsa bahçıvanlara yoksa işçilere dikkat ederim. Japon bahçıvanla kıyaslayacağım kimseye maalesef rastlayamadım.
Tokyo’da Asya Yarışçılık Konferansını ve hipodromda at yarışlarını izledim.
Hipodromun devasa büyüklükteki kapalı alanı, uluslararası işlem yapan büyük bankaların merkez şubelerinden daha kalabalıktı.
İçinde yüzlerce kişinin çalıştığı bir restoranı da olan hipodromda öğrendiğim bir hususa lütfen dikkat:
Dünyada at yarışlarına en çok para harcayanlar, bu çalışkan Japonlarmış.
Hipodromda bankoların önünde kupon dolduran Japonları görünce, heyecan arayışında atlardan medet arıyorlardır, diye düşündüm.
Tokyo’da 1939-1943 yılları arasında görev yapan büyükelçimizin adı Ferit Tek’miş. Neyin oluyor diye soranlara, sadece soyadımızın aynı olduğunu söyledim.
Türkiye’nin ilk ve tek Japon bahçesinin öyküsünü de anlatacağım, kısmet olursa.
Ama öncelik, Karamanlılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğimizin TSM korosunun uzun süredir hazırlandığı, rahmetli Ahmet Talat Duru anısına bu akşam düzenlenecek Yunus’ça Ezgiler konseri izlenimlerim olacak.
Sırada Kuğulu ve Mehmet Bey parkları bekliyor. Sonra, gülmece dergilerine uygun olan anımı, bir kasabaya Japon bahçesinin kuruluşunu ve ünlü bir arkeoloğun başından geçen olayı yazacağım, inşallah.