Aktekke Meydanı’ndaki bakımsızlığı, esprili bir üslupla yazdığım yazımı bir grup arkadaşım okuyup, anlatım biçimime gülmüşler.
İçlerinden biri telefonla arayıp, dedi ki:
“Yazını okuduktan sonra, Ahmet Tek bir meydandan geçmiş, ayakkabısı ıslanmış, üç sayfalık yazı yazmış. Karaman’ı biraz daha gezseydi herhalde roman yazardı, dedim. Bir daha geldiğinde her yeri gezdireceğiz. Haberin olsun.”
Bunları gülerek söyledi, ben de güldüm.
Gezmeyi severim, yürümeyi de. Islanmak güzel, kirliliktir çirkin olan.
Ama roman şimdilik yok.
Karaman’da yazılacak konu çeşitliliği, “hangisinden başlasam” dedirtecek denli çok.
Bir yazar ve bir gözlemci için Karaman’da gerçekten malzeme bolluğu var. Dışarıdan gelen kişinin, hangi yerleşim yeri olursa olsun, orada yaşayanlara göre daha meraklı ve daha dikkatli olduğu söylenir.
Bu yazı da o hesap.
Karaman’da çoğu kişinin önünden geçtiği, oturduğu, çay içtiği bazı mekanları dıştan bakan göz olarak, paylaşmak istiyorum.
Park sözcüğü dilimize ne zaman girmiş, araştırdım, bulamadım. İngilizce kökenli bu sözcük, öncelikle dinlenmek için düzenlenmiş mekanlar ve araçların duracağı yer anlamındadır.
Çocuk oyun alanlarına, orman içi dinlenme yerlerine, koruma altına alınmış özel bölgelere park adı uygun görülmüş.
Topkapı Sarayı’nın bahçesi olan Gülhane’ye bile park demişiz, ötesini yazmaya gerek var mı?
Park sözcüğü bana sıcak gelmiyor.
Park denilen küçücük mekanlara bile bayılırım. Yolumun düştüğü her kentte, her ülkede parklarda yürümek için vakit ayırır, banklarda oturmak için kısa molalar veririm.
Parklar değil, park sözcüğüdür sıcak gelmeyen.
Park sözcüğünün araçlar için daha uygun olduğunu düşünür, yerine hangi kelimenin konulabileceğini bir türlü bulamazdım.
Millet Bahçeleri Geliyor
Böyle düşünen sadece ben değilmişim. Her öyküsünü bir kaç kez okuduğum Sait Faik Abasıyanık bu konuyu 1940’lı yıllarda yazmış. Yeni fark ettim.
Sait Faik, Havuz Başı adlı kitabında “Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi” başlıklı denemesinde, naif üslubuyla Gülhane Parkı’nı anlatmış ve şu cümleyi kurmuş:
“Park ismi de güzel ya, millet bahçesi uzunca ama daha güzel.”
Millet bahçesi tanımını son seçimde, iktidarın vaatleri arasında duyduk.
Çabucak kabul gördü. Bazı kentlerde daha önce yapılmış parklara Millet Bahçesi adı verildi. Bir çok yerde millet bahçelerinin yapımına başlandı.
Karaman’da da Kemal Kaynaş Stadı ile Buğday Pazarının birleştirilerek Millet Bahçesi yapılacağına ilişkin bilgi aldım.
Her iki tesis de kullanılıyor. Ne zaman işlevsiz hale gelecek, ne zaman yıkılıp, ne kadar süre sonra millet bahçesi olarak hizmete girecek, karanlık bir tünel.
Kent Meydanı Projesi üç belediye başkanı gördü, bir gelişme yaşanmadı. Adının Kent Meydanı Millet Bahçesi olarak değiştirildiğini okudum. Ne zaman başlanır, ne zaman biter, görmeye ömrüm yeter mi bilmem.
Her iki millet bahçesi kim bilir daha kaç başkan görür?
Allah için, haksızlık yapmak olmaz, Karaman’a çok güzel parklar yapılmış. Henüz görmedim, özellikle Türk Dünyası Kültür Parkı ile Seyir Teraslarını çok övüyorlar. En kısa zamanda gezmek istiyorum.
Bahçe kelimesi büyük alana sahip parklara yakışır. Ya küçük ve şirin yerlere ne demeli?
Karaman’da dikkatimi çeken bir durum var. Kentin merkezindeki parklar, resmî isimlerinin dışında, halkın uydurduğu lakaplarla (!) anılıyor.
Bir arkadaşımın anlattığı, bir yaşlıyla bir genç arasında geçen konuşmayı duyunca, halkın zekasına ve espri yeteneğine hayran kaldım.
-Amca nereye gidiyorsun?
-Hurdalığa, oğlum!
-Hurdalık nerde amca?
-Meydan’daki Atatürk heykelli park.
-Amca orası Cumhuriyet Parkı, hurda ne arar?
-Oğlum, orada hep benim gibi yaşlılar ve emekliler oturur. Hurda biziz, parka da hurdalık diyoruz.
Kapı Önündeki Gözyaşları
Cumhuriyet Atatürk Parkı, çocukluğumda da yaşlıların, belediye ve postanede işi olanların dinlendiği mekandı. Resmî törenlerin ve kutlamaların ilk durağı ve çelenk konma yeri de burası olurdu.
Siyasi parti liderlerinin kürsülerini de ilk kez bu parkın önünde görmüştüm. Siyasi liderlerin konuşmalarını ilk kez yine bu parkın önünde dinlemiştim.
Karaman’da bu parkın adı çoktan hurdalık olmuş, son gidişimde duydum.
Yaşlılarımız hurda değil, böyle bir nitelemeyi onlara yakıştıramayız.
Şakacıktan bir adlandırma bile kalıcı olabiliyor.
Resmî kayıtlarda bu parkın adı nasıl geçiyor? Belediyenin sitesinde Cumhuriyet Atatürk Parkı veya Cumhuriyet Parkı isimleri kullanılmış.
Ben ve benim kuşağım burayı Cumhuriyet Parkı olarak biliriz. İsimde ittifak çok önemli ve bu görev, parktan sorumlu mercilerindir.
Cumhuriyet Parkı’nın 1925 yılında yapılmış olması kuvvetle muhtemel.
Burası Karaman’ın “küçük güzelleri”nden. Bankları elden geçmiş, boyanmış, tertemiz bir park görürsünüz.
Müdavimleri öyle çok ki. Ayakkabı boyatma bahanesiyle uğramadan edemediğim yerdir, Cumhuriyet Parkı.
Babamın vefatından bir kaç gün sonra kapımız çalındı. Açtım, tanımadığım bir yaşlı. Buyur ettim. “Girmeyeceğim, Ali efendi parka gelmez oldu. Merak ettim, hasta mıdır, sormaya geldim” dedi.
Babamın öldüğünü söyledim. Bu haber, ailemizin hiç tanımadığı bu insanı çok etkilemiş olacak ki, “Ne iyi insandı, Allah rahmet eylesin” derken, gözlerinden sakallarına iri iri yaşlar aktı.
Israrıma rağmen eve girmedi, yaşlarını elleriyle kurulayıp parka doğru gitti. Yaşlıların park arkadaşları olabileceğini, o arkadaşlarının, aile bireyleri gibi arkalarından gözyaşı dökebileceklerini o gün öğrendim. Bir daha da unutmadım. Adını bile bilmediğim bu insan gözümün önünde durur, nasıl unuturum. Cumhuriyet Parkı, sigara içmeyen yaşlıların mekanıydı ve babam en çok burada otururdu.
Cumhuriyet Parkı’nın karşısı, ki bizim çocukluğumuz ve gençliğimizde Postane binası vardı. Bu binanın ve yanındaki bir kaç işyerinin arsası üzerine yapılan ve Yunus Emre adı verilen parkı da çok beğenmiştim.
Orada estetik vardı, görgü vardı, incelik vardı.
Cumhuriyet Parkı’na 85 yıl sonra kardeş gelmişti.
Bir dünya güzeli. Küçük, ferahlık veren, seyirlik tarzda bir güzellik.
Karaman’a bir gidişimde burayı imaj değiştirmiş gördüm. 2011 yılı olmalı, Yunus Emre’nin adı ve anıtı gitmiş, Kül Tigin anıtı gelmiş. Parkın adı da Türkçe Parkı olmuş.
Yunus Emre niye gider, Kül Tigin niye gelir, sorusunun yanıtını alamadım.
Bununla birlikte düzenleme yine çok güzeldi. Parka farklı bir hava vermişti.
Şimdiki halini görünce, Sezen Aksu’nun o ağlak şarkısı,
“Seni Kimler Aldı”yı hatırladım:
Yürüyorum hasretin, acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya, dar geliyor
Geceler mi uzadı, bu karanlık ne?
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı, kimler öpüyor seni
Dudağında, dilinde
Ellerin izi var.
Deli gözlerin gelir aklıma
Gülüşün, öpüşün, iç çekişin gelir
Seni kimler aldı, kimler öpüyor seni
Dudağında, dilinde
Ellerin izi var.
Kurcalamayın, Bozuluyor
Park iskana açılmış dersem, ne demek istediğimi anlarsınız.
Sahi bu kadar kolay mı, bir parka işyerleri kondurmak?
Aile çay bahçesi mi, lokanta mı, park mı?
Hepsinden bir parça yeni bir park konseptidir, ortaya karışıktır ve ben bilmiyorumdur.
Bu halinden sonra Türkçe Parkı adının niye kaldırılmadığını da anlamış değilim.
Buradaki işletmecilere değil sözüm. Onlar işlerini yapacaktır. Belki çok temiz işyerleridir. İşletmeler çok iyi hizmet veriyordur.
İtirazım ve eleştirim, küçük park alanlarında, çarşı içindeki benzeri yerlerde işletme açılmasına ve prefabrik de olsa bina kondurulmasınadır.
Ankara’nın o güzelim Kuğulu Parkı da büfelerle, restoranla ve ne hizmeti verdiklerini bilmediğim belediyeye ait üç-beş kadar barakayla kuşatıldı. Ben şimdiden söylüyorum, kuğuların kafesine de yakında el koyarlar. Kuğular kenarda, köşede tünesinler(!), kafes büfeye dönüştürülürse kira getirir, iyi para kazandırır.
Kuğuların ve park müdavimlerinin o çirkinliklere ihtiyacı yok. Kanımca, Çankaya Belediyesi kendi ihtiyacı için Kuğulu’yu parsellemiş.
Hürriyet’in Cinnah Caddesi’nin başlangıcındaki binasında uzun yıllar görev yaptım. Kuğulu Park’a 100 metre bile uzak değildi.
Yorulduğumda, üzüldüğümde, sevindiğimde, her ruh halimde sığındığım bir vahaydı.
Ankara’nın soğuk kış günlerinde karları elimle temizleyip oturmadığım bankı, yağmurlarda ıslanmadığım köşesi kalmamıştır. Son hali, “ciğerimi parçaladı, yaralarım kapanmadı” diyecek kadar sarstı.
İdarecilerden ricam:
Parkları temiz tutun. Dönüştürmeye kalkmayın. Her kent sakininin bir anısının olduğu mekanları kurcalamak yararlı değildir. Çok kurcaladığınız şeylerin bir gün mutlaka bozulacağını bilin.
Parklara iş yerleri kondurmayın. Becerebiliyorsanız, çay ocakları açın ve işletmesini üstlenin. Ucuz çay verin, güzel çay verin. İlla ‘Millet Kıraathanesi açın’ talimatları beklemeyin.
İhtiyaçları görün, öncü olun. Öğrenciye, yaşlıya, garibe çay, süt, simit ve çorba ikramının pilot uygulamalarını parklardan başlatın. Bunu, oy devşirmek için yapmayın. Bir güzel geleneğin başlamasına önderlik edin. Size oydan daha çok getirisi olacaktır.
Not 1: Sait Faik, kitaplarının telif gelirlerini, maddi olanakları yetersiz, anne veya babası olmayan çocukların dokuz yaşından itibaren eğitimine katkıda bulunulması için Darüşşafaka Cemiyeti’ne verilmesini vasiyet etmiş.
Ne güzel bir vasiyet. Sait Faik okumak için gerekçelerden biri olabilir.
Necip Fazıl Kısakürek’in, 16 Ocak 1977 tarihinde bitirdiğim “Babıali” kitabında, Sait Faik’le ilgili uzun yazısının bir yerinde altını çizdiğim şu satırları gördüm:
“Babıali fırınında kavrulup gitmiş, bir takım cevhersiz krema lezzetleri bırakmış olsa da aziz ekmek olamamış, bir gıda yoğuramamıştır.
“Abasıyanık” değil, kafası yanık...”
Varsın, Üstad öyle desin. Ben, Necip Fazıl’ı da Sait Faik’i de okumaktan haz alıyorum.
Not 2: Gülhane Parkı akla ne getirir?
Nazım Hikmet’in Ceviz Ağacı şiirini.
Okumanızı öneririm.
“Yapraklarım ellerimdir,
Yapraklarım gözlerimdir”
diyen ceviz ağacının;
“Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım”
dizesini okuduktan sonra, ağaçların da kalbi olduğunu bir daha unutmazsınız.
Not 3: Aktekke Meydanı’nı unutmuş değilim. Belediye, bakım ve onarıma seçimlere kadar ara mı verdi? Kentin vitrini olan, avuç içi kadar yere bakmak zor mu?
Not 4: Karaman’da kaldırımda yürüyebileceğim günü görmek kısmet olacak mı?