Sabah, dev bir makinanın iştahlı sesiyle uyandım.
Ses, zihnimde bir kaç ton ağırlığında, metrelerce uzunlukta, Jurassic Dönem’den kalma bir tırtılın devasa boyuttaki bitkileri kemirirken çıkardığı gürültüyü çağrıştırdı.
Yaşlıyım ama Jurassic Dönemi bilecek kadar değil!
Yataktan kalktım, odamın penceresinden baktım. Kulağıma ilkin, toplanmayı bekleyen cevizlerinin ağırlığını taşımaktan yorgun, en kalın dalından yapraklarına kadar yavaş yavaş sallanan ve sabah zikrini sürdüren ağacın yumuşacık sesi geldi.
Homurtulu ses baskın çıktı. Ama sesin kaynağını göremiyordum. Sabahın nemine sanki çimen ve yeni kesilmiş ağaç kokusu karışmıştı.
Çocuklarımın odasına geçtim, perdeyi aralayınca sabah sisi gibi bir yeşil tül havada gerili duruyordu. Tül, biçerdöverin ayçiçek tarlasındaki işaretiydi.
Homurdanan, etrafa koku yayan dev canavarı gördüm. 2 yaşındaki oğlum Hasan Sadi’yi uyandırdım. İlk kez hasat görecekti.
Pencerenin önünde tuttum. Biçerdöverin gürültüsüyle birlikte ayçiçeklerinin kaybolmalarının sihirli görüntüsüne hayretle baktı. Ayçiçeklerinin her gününe tanıklık eden en küçük çocuğum, hayatının ilk hasadını izliyordu.
Ben hem oğluma, hem denize kadar uzanan önümüzdeki manzaraya bakarken, hayatın temaşadan ibaret olduğuna bir kez daha kanaat getirdim.
Hayat temaşa; rengi, kokusu, sesi olan temaşa.
Yaşam, duygularla örülü bir seyir hali.
Yazlığa geldiğimizde henüz baş vermiş ayçiçekleri, bir süre sonra çiçek açmış, amber kokusu odalarımızı doldurmuştu.
Zaman ne hızlı akıyor.
Biçerdöver 20 dönüme yakın tarladaki ayçiçeklerini bir saatte yedi, süpürdü.
Tarlada ayçiçeklerinin ezilmiş, kırılmış ve yer yer sökülmüş sapları ile kamışlaşan sazlar kaldı.
Şimdi kuşlar doldu tarlaya. Dökülen ayçiçeklerini toplayanları da var, açığa çıkan böcekleri avlayanlar da.
Yeşil tül, güneşle birlikte toprağa karıştı. Hasat kokusu kaybolmadı. Gün doğusu estiğinde yoğunlaşan koku, kar yağıncaya kadar kalacağa benzer.
Ayçiçekleri büyürken de güzeldi, giderken de.
Ayçiçekleri gibi olabilsek. Güzel açsak, güzel olgunlaşsak, güzel gitsek; geride bir yeşil tül ve hoş koku bırakarak... Hasat edildiğimiz yerde kuşları ağırlayabilsek...
Van Gogh ve Ayçiçekleri
Ayçiçeklerinden söz edip Van Gogh’u unutmak olur mu?
Hollandalı ünlü ressam Vincent Willem Van Gogh (1853-1890) 37 yıl yaşadı.
Ömrünün son 10 yılında resim yaptı. Çok üretkendi. 2 bine yakın resim yapan sanatçının en ünlü eserleri 35 yaşından sonra yaptıklarıdır.
Kulağını kesen ressam olarak tanınan Van Gogh, benim eserlerine vurgun olduğum bir sanatçı. Japon ressamlardan esinlendiği Badem Ağacı, Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece ve Ayçiçekleri tablolarına hayranım.
Amsterdam’da olduğum tarihlerde, sevgili dostum Rafet Kabdan sabahın erken saatlerinde beni Van Gogh Müzesi önüne bırakma nezaketini gösterdi.
Yağmurlu bir gündü. Bir kaç saat elimde şemsiye, kuyrukta bekledim. Gişeden biletimi aldım. Biletin üzerinde Yıldızlı Gece tablosu yer alıyordu.
Günümü müzede geçirdim. Fotoğraf çekimine belli resimlerin dışında izin vardı.
Ben sanatın dünyayı güzelleştirdiğine inanırım. Sanatçının görevi de güzellikleri bize fark ettirmek veya hissettirmek değil midir?
Van Gogh’un çok sayıda ayçiçeği çalışması olmuş. Adını taşıyan müzede benim önünde en çok durduğum eser, 1989 yılında yaptığı Vazodaki Ayçiçekleri oldu.
Sanatçı bu eserinde henüz açmamış, olgun ve solmak üzere olan değişik ayçiçeklerini resmetmiştir.
Bu eser, 39.7 milyon dolarla bugüne kadar bir müzayedede satılan en yüksek fiyatlı tablodur.
Resimde, ayçiçekleri gerçeği ve ışığı izlemeyi simgeler.
Resim, sarı zemin üzerine kat kat vurulan sarı, yeşil, kurumaya başlamış değişik ayçiçeklerini aynı vazoda göstermektedir.
Bu kompozisyonun, hayatın gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi evrelerini sembolize ettiği, bir başka deyişle yaşamın döngüsünü anlattığı varsayılmaktadır.
Vazo ise bana göre dünyadır. Burada doğar, burada büyür ve burada ölürüz.
Kader, çoğu sanatçıya en iyi anlattığı dönemi yaşatmıyor. Cahit Sıtkı gibi.