Yaz, yağmurlarla geldiği gibi, yağmurlarla gideceğe benziyor.
Arsızlık edip Eylül’ün eteklerine sıkı sıkı sarılsa da biliyor ki, çabası boşuna. Nöbet sırası sonbaharda.
Yaz ne bereketli mevsim. Günler uzun mu uzun, güneş fazla mesaide.
Yaz, erik ve kayısı ikramı ile başlayan cömertliğini şeftali, kiraz, vişne, elma, çilek, kavun, karpuz derken gider ayak iyice tatlıya bağlıyor. Duttan sonra incir ve üzümle final yapıyor.
Buğday, arpa, yulaf, çavdar, pirinç, nohut, fasulye, mercimek, mısır, ayçiçeği ile depoları dolduruyor.
Patates ve soğanla yoksulluğa kafa tutuyor.
Domates, biber, bamya, patlıcan ve kabak sadece sıcak günlerin değil, kara kışa da yaz ambalajı ile saklanıyor.
Bu lezzetlerden kış günlerinde mahrum kalmak istemeyenlere, kurutma hizmeti veriyor.
İkramlarını zirveye çıkaran cömert yaza nasıl minnet duymayım?
Bitkilerin tohuma durduğu, ağaçların sert çekirdeklilerle kışa erzak hazırladığı, kuşlara, böceklere kucak açan bol ikramlı yaz, hepimize veda ediyor.
Yaz mevsiminin konuğu olan leylekler, turnalar yazla helalleşip sıcak diyarlara doğru kanat açtılar.
Yazın herkesi çarpan o güzelim şebboy, gül, yasemin, sardunya, begonya, yıldız, ateş, kadife, ipek, düğün, gelin, cam güzeli, müge, çan, glayöl, manolya, şakayık ve menekşelerin renk ve kokularını yeryüzüne boca edip geriye çekildiler.
Lavanta, nane, fesleğen, reyhan, kimyon, sumak, menengici unutmadım. Yaz kokusu taşıyan bu baharatların temiz ve kalitelilerini bulunca eşe dosta yetecek kadar kavanozlara doldurup, dolaba koydum.
Arıların emek ürünü bal ve poleni nasıl unuturum. Akdeniz’den, Ege’den, Trakya’dan, Doğu’dan, özellikle yayladan petekler müşteri bekler.
Her yaz bana kitaplar eşlik eder. Her yaşımda, her yaz yeni kitaplarla çoğalırım.
Her yaz yeni yerler görürüm, yeni yüzler, yeni insanlar.
Dağları, ırmakları, denizleri, köyleri ve kentleri ilk kez yazları görmek isterim.
Yaz ayrılıklar mevsimi diyenlere inanmam. Her güzel buluşmam, her kavuşmam yazın olmuştur.
Marsık olmasam da bir sonraki yaza yetecek kadar güneş topladım. Bronz tenim şahittir.
Ağustos böcekleri
Yaz, karınca ile ağustos böceğinin öyküsüdür.
Bu masalı bilmeyenimiz yoktur.
Size masalı anlatmayacağım. Ekonomi bilimine aykırı olan bu masalın adı zavallıya çıkan karakterinin biyolojik gerçekliğini aktaracağım.
Ağustos böceği Ağustos’tan sonra hayatta kalmıyor, ölüyor.
Ağustos böceğine ağaçlar süt annelik yapıyor.
Böyle olduğu için onlar da karınca gibi biriktirmeye ihtiyaç duymuyor.
Dişi ağustos böceği, yumurtalarını ağaçların sürgün yarıklarının içine bırakıyor.
Bu yumurtalardan altı hafta sonra NİMF adı verilen ve erginlerine benzemeyen yavrular çıkıyor.
Dana burnuna benzeyen bu yavrular, kazıcı ön ayaklarıyla toprağı deşip altına gizleniyor.
Toprak altında yaşayan ağustos böceği ağaç kökleri ve öz suyu emerek besleniyor.
17 yıl toprak altında kalan ağustos böceği yeryüzüne çıktıktan sonra dört hafta yaşayabiliyor.
Bu dört haftayı eş bulma telaşıyla bağıra bağıra geçiren ağustos böceği, eşleştikten sonra ölüyor.
Kışın yaşamayacağı için yiyecek biriktirme derdi de olmuyor.
Erkek ağustos böceklerinin karınlarının altında sağlı sollu gergin bir zar bulunuyor. Bunlara çift ses çıkarma organı deniliyor.
Erkekler, vücutlarındaki kasları saniyede beş yüz kez hareket ettirerek, ses çıkarıyor. Dişilerde bu organ bulunmuyor.
Yani, yaz boyunca duyduğumuz ve tembel diyerek günahını aldığımız erkek ağustos böceğinin sesi, ömrünün son deminde neslini sürdürmek içgüdüsü ile yaptığı serenattır.
Bir başka ifadeyle, ağustos böceğinin bütün yaz çaldığı saz aslında ölüm korkusundan kaynaklanan feryadıdır, kendi ölümüne ağlamasının ritmik temposudur.
Ağustos böcekleri, çok kısa süren aile hayatından sonra, erkeğin dişisine tohumlarını bırakması, dişinin de Eylül’e kadar yumurtlamasının ardından hayata veda ediyor.
Ağustos böceği sesini kesmişse biliniz ki yaz bitmiştir.
Yaz coşkudur vesselam.
Hoş geldin sonbahar.