Zengin değildi.
Eşraftan değildi.
Cemaat mensubu değildi.
Siyasi parti üyesi değildi.
Spor fanatiği değildi.
Kimselere menfaat temin edecek konumda değildi.
Mutlu değildi.
Ama çocuk yaşta “Neşeli” oldu.
Gerçek hayatta değil, bir Yeşilçam klasiğinde.
61 yıllık ömrünün 50 yılını Karaman’da geçirdi.
Kimselere zararı dokunmadı.
Çoğu kişiyi gülümsetti.
Doktordan ve iğneden korktu.
Necip Fazıl’dan alıntı, “Benim için yanan bir tek bu var” diyerek çok sigara içti.
Kimselere güveni yoktu.
Her sözden, her hareketten kuşku duydu.
Kendini çok hırpaladı.
Hayata değil, hayatın yanına yaklaştırdığı insanların büyük bölümüne küs gitti.
Zor Dostum Zor
Zor bir hayattı onun hayatı. Ergenlikten sonra daha zor oldu. Yaşıtları boy atıp, tıraş olurken 1 metreyi geçemedi. 25 yaşına kadar çocuk görünümlü bir yetişkindi.
Çocuk, ergen, genç, yetişkin, saçı sakalı ağarmış yaşlı, akıllı, az akıllı, eğitimli, cahil, cami cemaati, konser seyircisi, başı açık, başı kapalı, satıcı, müşteri, öğrenci, öğretmen, kadın, erkek, caddede, sokakta, çarşıda, pazarda, işyerinde, tatil köyünde, otobüste, trende, uçakta, teknede göz ve söz tacizi ile büyüyen 61 yıl.
Tanığı olduğum bir gününü ben anlatıyım, siz okuyun; bu yaşa kadar o beden ve kalp iyi dayanmış, diyeceksiniz.
Yağmurlu Günde Gözyaşları
1976 yılının Ankara baharı. Mayıs ayı olmalı. Birlikte gittiğimiz bebe mağazasından elbise aldık. Kıyafetlerini bebe mağazalarından alırdı. Mavinin güzel bir tonu, ışıl ışıl kadife kumaştan elbisenin içine beyaz saten gömlek, altına rugan ayakkabı.
Çok şık olmuştu. O günlerde 10 yaşlarında bir çocuktan ayırt edilmezdi.
Cumartesi aldığımız yeni kıyafetiyle Pazartesi sabahı işe gitti.
Evimiz Emek’te, işyeri Etlik’te idi.
O gün eve geç geldim, ışıklar yanmıyordu. Lambayı yaktım, salondaki masanın kenarına başını koymuş, ağlıyordu. Işıkla birlikte başını kaldırdı; gözleri şiş, yüzü tırmalanmış, elbisesi çamur içinde...
Üzücü bir durum olduğu aşikardı. Yanındaki sandalyeye oturdum. Ağlaması yavaşladı, sonra kesildi.
Anlatmasını bekliyordum, gözlerini masaya dikmiş, ağzını açmıyordu.
On dakika kadar böylece bekledik, sustuk. Nihayet sordum:
-Ne oldu? Düştün mü?
Ayağa fırladı, ağlamaklı şekilde:
-Şu halime bak!
Dedi.
O gün çok yağmur yağmıştı. Tekrar sordum:
-Yüzünde çizikler var, çamur içindesin. Ne oldu?
Mesai bitmiş, işyerinden çıkmış, şemsiyesini açmış, otobüs durağına gelmiş.
Olanlar burada olmuş.
-Durakta 12-13 yaşlarında, belki kapıcı çocuğu, yanıma yaklaştı. Tepeden tırnağa süzdü. Kıyafetimi, görüntümü kıskanmış olmalı. Beni yaşıtı zannetti. “Zengin bebesi, çilli tavuk” diyerek, hakarete başladı.
(O yıllarda yüzünde ona güzellik ve şirinlik veren çilleri vardı.)
Durak kalabalıktı, birileri müdahale eder, çocuğu uzaklaştırır diye umuyordum. Ama sadece bize baktılar.
Küfretmeye başlayan çocuğa, “Haydi bakalım çocuğum, sataşma bana” diyerek, sert çıktım.
Ses tonum, yaşıtlarına benzemeyince, önce şaşırdı, yüzüme daha dikkatli baktı. Bir anda belime sarılıp durağın önündeki yağmur sularının biriktiği balçığa yuvarladı. Üstüme çıktı, bırakmıyordu. Tüm gücümle yakasına yapıştım, uzaklaşmasını söyledim, tokat, yumruk attım. Ayağa kalkmıştık. O da boş durmuyor, tekme atıyor, yüzümü, boynumu tırmalıyordu. Yakasını kurtarmak için kolumu ısırdı. Tekme ve yumruklarım canını acıtmış olacak ki, “Bırak beni” diye bağırınca, itekleyerek bıraktım. Geriye bakmadan kaçtı.
Çok kötü olmuştum. Yüzümden, burnumdan kan sızıyordu, elbiselerim çamura bulanmıştı.
Şemsiyemi yerden aldım, yüzümü sildim. Çocuğun saldırmasından çok duraktaki insanların gülmeleri, olaya engel olmamaları canımı yaktı.
Ankara’dan gideceğim. Küçük bir yere tayin isteyeceğim. Küçük yerlerde belki böyle rezil etmezler.
Belki bir daha balçığa düşmedi, yüzü tırmalanmadı.
Lakin hayat acımasız, çamura batırdı, kalbinin derinliklerine tırnaklarını geçirdi.
Göz ve Söz Tacizi
Yine de uzun ömür sürdü. Dünyada, çileye, acıya, sıkıntıya katlanma eşiği en yüksek canlı insandır. Örnek isteseler, seni gösterirdim.
Ömrünün her günü, yaşadığın her yerde göz ve söz tacizinden hiç kurtulamadın.
Seçim arefesinde olmamıza rağmen hiçbir milletvekili adayı cenazene gelmedi.
Siyasi partilerin yönetimlerinden de kimse gelmedi.
Belediyeden, vilayetten de cenazene katılan olmadı.
20 yıl önce emekli olduğun İş Bankası’nın 2 çelenginden başka çiçek gönderen de olmadı.
Her hangi bir cemaatin mensupları da cenazende yoktu.
Şehrin sivil toplum örgütlerinden de kimse yoktu.
Ramazandı, günlerden pazardı. Oruç rehaveti, iftar hazırlığı varken, Boyalı Köyü’nde bir cenazeye katılmak gerçekten güç gelir be arkadaşım. Sen zaten aldırış etmezdin ama ben not düşmüş oluyum.
50 yıl yaşadığın Karaman’dan cenazene yine de 50 kişi geldi. Her yıla bir kişi. Bence yeterli.
Köylün, akrabaların, tamamı vardı, Bazı arkadaşların da seni son yolculuğuna uğurladılar.
Hakkını teslim edelim, Diyanet’in imamı vardı, gelmesini umduğun tüm insanların yerine, kabul edersen.
Sessizlik aradığında kaçtığın, binlerce ağacım var diye şaka yaptığın, Alibeke yakınında, göz ve söz tacizinden uzak, toprak ananın kucağındasın.
Huzur içinde uyu, mekanın cennet olsun.
“Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun, belki şarkı söyleyen bir kuş konar.”
Kıssadan hisse: Dünya mezarda biter.
*”Neşeli” Tayyar Yıldız’ın anısına.