24 Haziran seçimleri beklenmedik misafir gibi kapıya dayanıverdi.
Daha önceleri, “Bir maniniz yoksa size geleceğiz” diye haber gönderilirdi. Bu kez öyle olmadı.
Ev sahibine düşen; misafire güler yüz, izzet-i ikram, yatıya kalacaksa temiz yatak-çarşaf.
“Davetsiz giden misafir mindersiz oturur” denilse de biz ev sahipleri, misafiri hala “Tanrı Misafiri” diye ağırlarız.
Biliriz ki; “Her gelen rızkıyla gelir”, “Konuk bereket getirir.”
Hazırlıksız yakalanan sadece ev sahibi değil, misafirler de öyle, “Gece yarısı yollarda ne işimiz var? Ev sahiplerini tedirgin mi ettik?” şaşkınlığı içindeler.
Misafirliğe eli boş gidilmez.
Bu toprakların kuralı böyle.
Hediye gülümsetir, önden gider ve misafire yer açar.
Bu kez acele yola çıkıldı. Misafire ne gidecek?
Durumu iyi ve misafirlikte tecrübeli olan, çabucak paketlerini hazır etti.
Konuk olacağı evlerden daha önce topladıklarını da bunlara ekleyince bir hayli yük oluştu.
Elinde avucunda olmayan, yola çıkacağını bildiği halde, hazırlıklarını ertelemiş konuklar ise ev sahibine karşı mahcubiyetlerini nasıl gidersinler?
Elde yoksa, marifet dildedir.
Ev sahibine söylenecek, “sen beni güzelce misafir et, ben seni nasıl ağırlarım, ne güzel ikramlarım olur” cümlesi, şifredir, çok kapı açtırmıştır.
(Burada Mesnevi’den, şehirliye konuk olan ve onu evine davet eden arsız ve utanmaz köylünün hikayesini okumanızı öneririm.)
Ev sahipleri hazırlıksız, telaşlı. Kimi baş köşeye oturtacak, kime önce hal hatır sorulacak, bunun derdinde.
Misafirler geveze mi geveze. Hiç susmaya niyetleri yok. Sürekli konuşuyorlar. Ev sahibi görmüş geçirmiş, hepsine kulak kesiliyor.
Yüklü hediye ile gelen misafir kimselere söz vermek istemiyor.
Zenginliğinin göz kamaştırdığını, komşularının kendisini çekemediğini, kendi yaptığı yoldan geldiğini, yol boyunca ellerinde kazma kürek olan kişiler gördüğünü, bunların yolları kazmak için beklediklerinden şüphelendiğini söylüyor.
Asker, polis, işçi, memur, hangi meslekten söz edilse tik’li veya huylular gibi “benim, benim” sözcüğünü ekliyor.
Manifesto diyor, herkes “bu nedir acaba?” diye bakıyor. Cumhur, ittifak, erdem, irade, cesaret sözcüklerini sıralıyor. VAKİT...VAKTİ tekerlemesi olmuş.
Diğer konuklar VAKİT TOKAT VAKTİ der mi diye, tetikteler.
Gözünü mutfağın girişindeki buzdolabından alamıyor, ev sahibine dönüyor; “refah bu” diyor.
“Televizyon, çamaşır makinası, fırın, ekmek pişirme makinesi, düdüklü tencere, mixer de vardır sizde. Cep telefonları sehpada, salon geniş, niye onlar başka yerde” diye sesini bir perde düşürerek soruyor.
Ev sahibi susuyor, bir bardak soğuk su getirmek için mutfağa doğru hamle ediyor.
İlk konuşan misafirin yancısı olmalı, diğer konuk, bu sözleri başını öne arkaya, sağa sola sallaya sallaya onaylıyor.
Önüne bakarak konuşuyor; teminat, beka sözcükleri dökülüyor ortalığa. Bazı cümleler de kuruyor ama çok öfkeli söylüyor, anlaşılmıyor. Ses çatlar mı? Çatlatıyor.
Ya huyu bu, yahut kızdırmışlar. Kaşlarını birleştirmeye çalışırken yoruluyor.
Bir günah mı işledi acaba? Tövbe demek isterken “af af” diye söylendiği duyuluyor.
Kapının zilini ince ince çalan misafir ise, muhabbetten sıkılmış olmalı; “ARTIK TAMAM” diye çıkışıyor.
Hiç beklenmedik bu çıkış önce sessizlik sonra uğultu doğuruyor. Söyledikleri ince değil, rozet, apolet, güvence, fizik, diploma.
Mevzuyu atoma getireceği beklenirken en çok konuşan konuğa dalacak gibi başlıyor:
-Prompter, kek ustası, sen daha önce başka evi ziyaret etmedin mi?
Tahminimce, dozu artırmayı kafaya koymuş, saydırıyor ince ince.
Biz biliyoruz; Misafir misafiri istemez. Ev sahibi ikisini de istemez.
Gerginlik evin her yerine sinerken, avuçları kınalı, bileği tülbentli konuk kadın elini sertçe sehpaya vuruyor.
Mazereti nedeniyle gelemeyen bir konuğun gönderdiği ketıl (su ısıtıcısı) sehpadan havalanıyor. Ev sahibi çok yakınında durduğu için ketıl’ı düşmeden tutmayı başarıyor.
Ketıl’ın üzerinde “SENLE DEĞİŞİR” yazısı okunuyor. Bu iki kelimenin bir mesaj olduğunu misafirlerin tamamı idrak ediyor.
Konuklar kahveyi beklerken, erkeklerin arasında nasıl bir yüz ifadesi takınacağına karar verememiş haliyle, kadın misafir “YÜZÜNÜZÜ GÜNEŞE DÖNÜN” diye bağırıyor.
Konuklar o tarafa bakıyorlar ama güneş doğmamış.
Bu sefer gülümsemeye çalışarak “İYİ GELECEK” diyor.
Başlar kapıya dönüyor, henüz gelen de yok.
Misafirlerin en yaşlısı ki; “BİLGE” olduğu söyleniyor.
Tebessümünü eksik etmediği yüzündeki çizgiler ülkenin acısını suratına dövme yaptırmış gibi duruyor.
Hüzünlü hali, konuşurken dağılıyor. Tane tane anlatıyor. Gözlerinin ardındaki derinlik artıyor.
Yaşına mı bilgeliğine mi hürmet ediliyor, anlamak güç ama herkes dikkatli dinliyor.
Ev sahibi, tok sesli dedenin bilgeliğinin, kalbindeki iyiliğin kafasındaki bilgiden çok olmasından kaynaklandığına kanaat getiriyor.
Bilge Dede, konuşmayı kim uzatırsa DEĞİŞTİR” diyor. Komedyen Mehmet Ali Erbil’in bir zamanlar sunduğu tv programının repliğini tekrarlıyor.
Kadın konuğa daha çok, tamam diye çıkışana biraz “iltimas” geçtiğini gizleyemiyor.
Bir de sessizce oturan misafirler var.
Anadolu’nun sıcağında, güneş altında kalmış gibi kavruk tenlisi, VAKİT kelimesinin eksik kalacağını düşünmüş olmalı ki, dizlerinin üzerinde paketlenmiş VAKİT’ler var.
“Benim, benim” sözcükleri kadar “güçlü, güçlü” sözcüklerini de vurgulu söyleyene muhabbeti olduğu belli. “İşte, bu” der gibi.
Diğeri ise, “Ben buraya nerden düştüm” çaresizliği içinde.
Hiç konuşmuyor. Kim konuşursa yüzünü o yana dönerek, “göstereceğim sana, şimdi sırası değil ama” tavrı takınıyor, bir yandan da konuşulanları not ediyor.
Salonun duvarlarını merakla inceliyor, çekingen, ev sahibine fısıldıyor:
-Delik göremedim?
Ev sahibi anlamakta zorlanıyor, soruyu açmasını bekliyor.
Bu kez:
-Soba borusu için diyorum, delik yok. Size kömür gelmiyor mu?
Sorusuna, ev sahibinin yanıtı :
“Ev 20 yıllık, 30 senedir doğal gaz kullanıyoruz” oluyor.
Etrafı dikkatle incelediği hissi vermesine rağmen radyatörleri görmemiş olmalı.
Misafirler konuşuyor, sürekli konuşuyor. Sıra “her telden çalarız” teklifine gelince ev sahibi daha önce dinlediği bu şarkı ve türkülere tahammül edemediğini söylemek zorunda kalıyor.
Ev sahibi mutfağa gidince;
-Er oğlu Erdoğan,
-Yeter tamam,
-Yüzünü güneşe dön ezgileri salondaki mobilya ve aksesuarları titretiyor.
Ramazan’da bolca dinlediği ilahilerin yumuşak ezgisi ile misafirlerin gümbür gümbür öten şarkılarını mukayese etmek istiyor, edemiyor.
Ev sahibi kahveleri soğutmamak için işine yoğunlaşırken ilk kez duyduğu kelimeleri tekrarlıyor.
(Yarın devam, inşallah)