Sezai Karakoç, Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, Muhammed Hamidullah.
İlk iki isimle tanıştım.
Sonraki isimler ise yaşam çizgilerine, hayata bakışlarına, dünya vatandaşı olmalarına, çabalarına ve şahsiyetlerine imrendiğim insanlar.
Sayın Mehmet Görmez eski Diyanet İşleri başkanlarından. Zarif ve entelektüel.
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun görevinden ayrılmasının ardından 11 Kasım 2010 tarihinde, başkan yardımcılığından Diyanet İşleri Başkanlığına atandı.
Kurumsal ziyaretler kapsamında ilk uğradığı yerlerden biri, Anadolu Ajansı oldu.
Ekibiyle geldi, Diyanet’in içeriği ve kalitesiyle öne çıkan kitaplarından bazılarını hediye olarak getirdi.
Yeni görevinde başarılar diledik, projelerini sorduk. Anlattı, ilgili muhabir not aldı, biz can kulağı ile dinledik.
Çok samimi yaklaşımı vardı. Sohbet de çok tatlı sürdü.
Sohbetin bir noktasında, “Başkanım, sinemacı olsaydım Musa Carullah’ı film yapardım. Holywood filmlerinden daha heyecanlı ve ilginç olurdu” dedim.
“Carullah’ı nereden tanıyorsunuz” diye merakla sordu. “Sizin kitabınızdan” dedim.
Kitabın dilinin ağır olduğunu, sadeleştirerek yeniden yayımlanmasını önerdim.
Kendi camiasından bile çoğu kişinin bu kitaptan haberdar olmadığını belirterek, ilahiyatla bağı olmayan bir gazetecinin Musa Carullah’ı tanıyor olmasına hayret etmişti.
Ben de bir entelektüelin bu hayretini anlamsız bulmuş, üzülmüştüm.
(Bana, 2000’li yılların başında, Mehmet Görmez’in Diyanet Vakfı Yayınları’ndan çıkan Musa Carullah Bigiyef adlı kitabını öneren dostum Ramazan Ünal’a teşekkür ederim.)
Ayrıca, sinema sektöründe olsam Muhammed Hamidullah’ın Paris’teki son günlerini konu alan bir filmi çekmeyi çok istediğimi belirterek, böyle bir filmin İslam aleminde önce din adamlarına gösterilmesinin bile devrim niteliğinde bir değişime vesile olacağına inandığımı söyledim.
Günlük tükettiği besinler bir kaç lokmayı geçmeyen Hamidullah’ın Türkiye’den ayrılmasının vebalinin hepimizin omuzlarına bindiğini düşünürüm.
Hamidullah’ın Paris’teki bir binanın zemin katındaki hücre gibi tek odalı evinin eşyasının bir seccade ve bir Kur’anı Kerim’den ibaret olduğunu duymuş, binanın kapıcısı olan Hristiyan kadının, “Burada oturan bir azizdir” sözü ise hafızama kazınmıştı.
Hayalini kurduğum Hamidullah filminin senaryosuna göre, final cümle kapıcının bu sözü olacaktı.
(Eski Bakanlarımızdan Prof. Dr. Mehmet Aydın ve Ali Bulaç’ın kulakları çınlasın.)
Sayın Görmez, o günlerin hararetli konusu olan Kürt açılımını değerlendirdi. Öldürülen teröristlerin cenaze namazına ilişkin Diyanet’in tutumunu yanlış bulduğumu dinlediğim bazı örneklerle anlattım. Fikirlerini paylaştı. Sohbetten çok memnun kalmıştım.
Hocama uzaktan hep muhabbet besledim. Makam aracı tahsisindeki tavrını tasvip etmedim. Gözüme “eziklerden” biri gibi göründü. Bu duyguyu üzerimden atamadım.
Cuma hutbelerinde sık kullanılan ve beni çok rahatsız eden bazı kelimelerin sahibi olarak gördüğüm Görmez’i bu konuda da eleştirdim.
Hocamı uzun süre görmedim. Görevinden ayrıldı, ne yaptığını da bilmiyorum.
Kibar, ölçülü, şık, nazik, zeki ve bilgi birikimine sahip olduğuna inandığım Sayın Görmez hakkında olumsuz düşünenlere hep tepki gösterdim.
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber, Sayın Görmez’in Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Sezai Karakoç’u ziyaret ettiğine ilişkindi.
Habere göre, Sayın Görmez ile Sezai Karakoç arasındaki diyalog şöyle gelişmiş:
⁃ “Üstadım, Diyanet olarak sizi hacca davet ediyoruz.”
⁃ “Bana hac henüz farz olmadı. Farz olduğu zaman giderim inşaAllah.”
⁃ “Efendim, Diyanet olarak sizi biz hacca götürmek istiyoruz.”
⁃ “Ben milletin parası ile hacca gitmem.”
⁃ “Üstadım! Bu ümmeti bir Arafat manifestosundan niçin mahrum ediyorsunuz?”
⁃ “Hoca! Arafat’a manifesto yazılmaya gidilmez. Vakfe’ye durmaya gidilir.”
Üstada böyle davetler eminim çok gelmiştir. Onun mizacı böyle, bu tür davetleri kabule uygun değildir. Bunu bilmemek, Karakoç’a saygısızlık sayılır.