Kapı komşusu ile selamı sabahı kesip, başka mahallede komşu arayan ev sahibine döndük.
Şimdilik gülerek selam verdiğimiz tek komşumuz Rusya. Suriye ve İsrail ile küslük sürüyor.
Yunanistan, Bulgaristan, Irak, İran, Ermenistan ve Gürcistan’la ilişkiler inişli çıkışlı.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Lübnan, Pakistan, Bengladeş, Malezya gibi müslüman ülkelerle diplomatik ilişkiler dışında ekonomik ve sosyal ilişkilerin düşük düzeyde kaldığını biliyoruz.
Yıllarca büyük ağabey muamelesi yapılan ABD ve önemli bir nüfusumuzun yaşadığı Avrupa Birliği ülkeleri ile siyasi gerginlikler hiç bitmiyor.
Bunların sebebini siyasi duruşumuz ve itibar ettiğimiz siyasetçilerin söylemleri üzerinden değerlendiriyoruz.
Her neye inanıyorsak öyle inanalım.
Ama bir gerçek var ki, Türkiye’nin dış ilişkilerinde ve ekonomisinde bir süredir sorun var.
İş dünyası, kazanç nerede ise parasının yönünü oraya çevirmesini biliyor. Böyle olunca dünya ticaretinde dengeler kolay kolay bozulmuyor.
Dengeleri Korumak
Türkiye’de her ilişki krizinde, yeni dost arayışları başlıyor.
Şimdi gözler dünya devi Çin’de.
Hani, atalarımızın saldırılarından baş edemeyip dünyanın en büyük ve en uzun eseri kabul edilen setleri yaptırdığımıza inandığımız ülke ile.
Ekonomik ilişkilerin rotası Çin’e çevrildi ya.
Çin’i ilk kez gördüğümde hayran kaldığım bir davranış biçimini anlatmak istiyorum.
Çin’in eski Ankara Büyükelçisi, terfi-i rütbe ile Çin’e döndü ve önemli bir bakanlığa atandı.
Türkçeyi çok iyi konuşurdu ve Ankara’dan bir grup gazeteciyi Çin’i tanıtmak üzere ülkesine davet etti.
TRT, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, RTÜK ve Gazeteciler Cemiyeti temsilcileri ile benim de aralarında bulunduğum bazı gazeteciler Çin’e gittik.
Gezimiz uzundu, çok yer gezdik, çok kişi ile tanıştık.
Bazı kentlerini, Uygur Özerk Bölgesi, Çin Moğolistan’ı gibi uzak bölgelerini de görme imkanımız oldu.
Gezimiz daha çok kültürel mekanları ve Çin uygarlığını tanıtma amaçlıydı.
Pekin’de zengin yabancıların ve iş adamlarının kaldığı görkemli bir otele yerleştik.
Taksim’deki Marmara veya Hilton Oteli’nin konumu gibi, merkezde yer alan bir oteldi.
Tercümanımız genç bir akademisyendi. Adı, Türkçeye çevrilecek olursa Murat anlamındaymış.
Kendisine Murat diyebileceğimizi söyledi. Kültürlü bir akademisyendi, sorularımızın altında hiç ezilmedi.
Çay içmeyi hep sevdim, seviyorum. Gittiğim ülkelerden, çay üretiliyorsa mutlaka çay alırım.
Benim için en güzel çayları, Endonezya ve Malezya seyahatinin ardından uğradığımız Sri Lanka’da (eski Seylan) henüz Başbakan Başdanışmanı iken Ahmet Davutoğlu seçmişti. (Sayın Davutoğlu ile üç yıl sonra hac arkadaşlığı yaptık. Suud Kralı’nın davetlisi idik. Diğer arkadaşımız Ali Bulaç’tı. Şeytan taşlama sırasındaki faciadan Sayın Davutoğlu’nun tecrübesi sayesinde kıl payı kurtulmuştuk.)
Ülkem gibi, gittim, geldim, dönelim Çin’e.
Rehberimiz Murat’tan, kaliteli çay markalarını benim için öğrenmesini rica ettim.
Bir süre sonra çayların İngilizce ve Çince isimleri yazılı kağıdı verdi.
Akşam yemeğinden sonra dışarıya çıktım. Bir hayli gezdim.
Süpermarket büyüklüğünde çay satış mağazasını görünce içeriye girdim.
Çekik gözlü, marka mağazaların satış elemanları gibi şık kıyafetli ve makyajlı bir güzel karşıladı.
Elimdeki listeden daha önce adını bildiğim bazı çay isimlerini sordum. Beni marketin arka taraflarında güzel dizayn edilmiş bölümdeki otantik ahşap masaya oturttu.
Yanımdan ayrıldı. Bir, iki dakika sonra en az kendisi kadar çekici bir elemanla birlikte geldi.
Ellerinde, benim istediğim çayların kutuları ve paketleri vardı. Bambu kaşıkla paketten aldığı çaydan bir miktarını bana koklatıp, minik bir seramik kaseye döktü.
Bu koklama ve çay tanıtımı 15 dakika kadar sürdü. Beğendiklerimi ayrı bir köşeye koydular.
Bir başka satış elemanı farklı çaylar getirdi. Oturduğum masada minik bir çay dağı oluştu.
Lütfen sabır, henüz bitmedi.
Bir eleman daha geldi. Porselen ve seramik çay takımları getirdi. Benim beğendiklerimden, kendilerinin övünerek bahsettiği çaylardan ayrı ayrı demleyip, içmemi beklediler.
Çay tadımı da yarın saat kadar devam etti. Çayların tadı ve kokusu müthişti. Ama istiab haddim dolmuştu.
Alacaklarımın listesini yazdım, fiyatlandırmalarını bekledim.
Fiyatlar çok uygundu.
Paketleyecekleri sırada, ‘’Bugün ilk günüm. 10 günden fazla Çin’de kalacağım. Niye kendime yük yapayım? Dönüşümüz yine Pekin’den olacak’’ düşüncesiyle, ‘’Kalsın’’ dedim.
Elemanlar sebebini öğrenmek istedi, anlatıp anlatamadığımı bilmiyorum.
Peki ne oldu dersiniz?
Dört çekik gözlü, hiç bir kızgınlık belirtisi göstermeksizin, kapıdan girişimde karşıladıkları sevecen yüz ifadesiyle marketin önüne kadar bana eşlik ettiler.
Bir kaç adım sonra arkama dönüp baktığımda, Pekin’in dörtlüsü zarif hareketlerle bana bir kez daha el salladı.
İşini Severek Yapmak
İlk gün hayret ettiğim bu seremoniye gezi boyunca o kadar çok tanık oldum ki.
Kısaca, Çinli bir tezgahtardan bir elma alacak olsanız, size elma bahçesini satmak isteyen iş adamı gibi davranıyor.
Hediyelik eşya alırken de, tıraş olurken de yaklaşım aynı. Çalışanların çoğu, asgari ücretin altında bir gelire sahip.
Zannedilmesin ki, çok para alıyorlar da işlerine ondan böyle sahip çıkıyorlar.
Bu izlenimimi gezimizin son günü aktardığım Çinli Bakan, ‘’Geleneğimizde ticaret var. İpek yolu Çin’den başlar, Çin ürünleri ile değer kazanır. 5 bin yıldır dünyaya mal satıyoruz. Başka türlüsü olamazdı’’ dedi.
Ülkesi adına ne gurur duymuştur kim bilir.
Sahi aynı olayın Türkiye’de geçtiğini hayal edin.
Marketten eli boş ayrılmış olsam nasıl bir muameleye maruz kalırdım?
O marketi unutmadım. Döneceğim gün uğradım. Çayların fiyatlandırılmış listesini verdim. İlk seçtiklerimin yanına ilaveler yaptırdım.
Bir de kırmızı topraktan yapılmış, fırınlanmış, el işçiliği örneği şık çaydanlık, demlikler ve minik bardaklar aldım.
Türkiye’ye döndükten sonra marketlere girdiğimde bir ay kadar uyum sorunu yaşadım.
Bir manav reyonunda karpuzun fiyatını söylemeye yüksünen elemanı görünce, iyi ki iş adamlarımız temiz kalpli, bu insanları işe alıyor, diye mırıldandım.
Bir markette ise, ‘’Bunun ne işi var burada’’ dedirten bir genç kıza, dayanamayıp, ‘’İşini sevmediğin belli. Başka iş bul, müşteriye de patrona da yazık’’ diye çıkıştım.
Cevabını işveren duymamıştır umarım; zaten geçici girmiş. Burası ona göre değilmiş.
Yeni ticaret ortağımızın özellikleri elbette bu kadarla sınırlı değil.
Belki bir başka yazımda, konser salonlarını, sanat galerilerini, el işçiliklerini, ipekçiliğini, dev sanayi tesislerini, Yasak Kenti, Çin Seddi’ni, bir günde gezilemeyecek parklarını, Uygur yemeklerini, etlerini, ördeklerini, camilerini, budist tapınaklarını, mimari şah eserlerini, çağdaş yapılarını, havaalanını, olimpiyat stadını, dinozor müzelerini, kaligrafilerini, kalabalığını anlatırım.
Salonumda, Çin’den aldığım Nepal uyruklu bir ressamın tabloları, kitaplığımda Çince kaligrafik adımın yazılı olduğu tablo, yine kiraz ağacından yapılma, sedef kakma turna motifli tabureler, antika ahşap objeler, not defterleri ve bir kaç adet dolma kalemim var.
Çin, ipek ülkesi, altın varaklar ülkesi, renkler ülkesi, seramik, porselen ülkesi, ahşap işleme ülkesi, parklar ülkesi, çok çalışan insanların ülkesi.
Çin dünyanın en kalabalık ülkesi.
Bir uyarı: Çin çakma ürüncü, kah, kah yapmayın. Çin, herkese göre, her keseye göre ürün üretiyor. Çakma’cıysanız siz öyle tanırsınız.
Dünyanın en çok satan ve eserleri en pahalı ressamlar, Çinli sanatçılar. Dünyanın en iyi kemancıları da Çinli sanatçılar.
Bizim Çin dediğimiz ülkenin resmi adı Çin Halk Cumhuriyeti’dir.
Bir de Çin Cumhuriyeti vardır, ona da Tayvan diyoruz.
Ülkeler arası dostluklar ticari denge üzerinden yürür. Siyasi çıkarlar çatışmasında bile nihai söz ekonomi aktörlerine bırakılır.
Yeni partnerimiz hayırlı olsun.
Çinli yöneticilerden birinin söyledikleriyle yazıyı bitirelim.
‘’Biz her yıl, Türkiye’nin toplam çalışanından daha fazla sayıda kişiye iş bulmak zorundayız.’’