Aksak Timur’un “Bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir er, bir er bir cenk, bir cenk bir vatan kurtarır” özdeyişine sıra geldi.
Aksak Timur kimdir, diye soracak olursanız, 20 Temmuz 1402’de Çubuk Ovasında yapılan Ankara Savaşında, Osmanlı’yı bozguna uğratan ve Yıldırım Bayezid’i esir alan, Türk-İslam devleti Timur İmparatorluğu’nun kurucusu Emir Timur’dur. Kendisini Türk Dünyasının yegane hükümdarı ilan eden kişidir. Anadolu’yu fillere çiğneten komutandır.
Şimdilik Timur’u unutun. Belki bir gün anlatırım. Kendisini, torunlarını, bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan devletlerinin bulunduğu geniş coğrafyaya hakim olan Babür İmparatorluğu’nu, 22 bin işçinin 20 yılda tamamladığı muhteşem Taç Mahal’i ileride yazarım.
Timur’un uzun uzun anlattığı bu özdeyiş, günümüzde Kelebek Etkisi denilen olgunun ilk kez ifade edilmiş halidir.
Kelebek Etkisi, dünyanın bir ucundaki bir hareketin, dünyanın diğer ucunda çok büyük olaylara neden olmasını anlatan bir deyimdir.
Kelebek Etkisi’nin her şeyle ilgisi olduğu gibi Yüksek Hızlı Tren’le de ilgisi vardır.
Karaman’dan bindiğim bağlantılı otobüsün bizi getirip bıraktığı yer, Konya Garı oldu.
Konya-Ankara YHT biletimde yazılı hareket saati 14.10’du. Üzerinde 1. Vagon Business yazan biletim elimde, gara girdim. Bir kalabalık, bir kalabalık...
Tren garı, tabi ki kalabalık olacak. Trenin yanaşacağı peronlara geçiş için bilet ve bagaj kontrolü yapılacak. Girişe doğru yığılma var. Gara giren kalabalığın içine dalıyor, ki peronlara geçiş kapısına yakın olsun.
Bir grup yolcu ise bu tür yerlerde sıra oluşturulması gerektiğini biliyor. Bildikleri için kalabalığın ortasından uzayan metrelerce kuyruk var. Kuyruğun sonunu zor gördüm. Yoğun bir sigara dumanı etrafı sarmış. Çocuklar hariç, sanki herkes sigara içiyor.
Kapalı yerde sigara yasağı olduğunu biliyorum. Galiba Konya’daki gar muaf tutulmuş.
Kuyrukta bekleyenler arasındayım. Sigara dumanından kurtulmanın imkanı yok. Kuyruğa girmeyip kalabalığa dalanların büyük bölümünün ağzından burnundan duman çıkıyor.
Tren saati yaklaşıyor ama bilet kontrolü yapacak personel yok. Saat 14.00’e geldiğinde bir anons:
“Konya-Ankara 81208 YHT gecikecek.”
Ne kadar gecikecek, belli değil.
Kümelenen, kapıların yakınına yığılan yolcularda bir kıpırdanma oldu. Kıpırdanmanın, trenin gecikmesine tepkiden kaynaklandığını düşünmüştüm.
Hay Allah! Ne kadar safmışım.
Meğer, kıpırdanmalar sigaracılar paketlerine ve çakmaklarına hamle yaptıkları içinmiş.
İyice dumanaltı oldum.
Saat 14.30’da yolcuları peronlara almaya başladılar. Kümelenen ve kuyruğa aldırış etmeyen yolcular bir anda atağa geçtiler. Kuyruktakiler bekleye dursun, her yerde gayri nizamiler öne geçer, burada da böyle oldu.
İtiş, kakış, bol gürültülü, fakat kavgasız kontrol noktasına ulaştım. Biletimi ve sürekli basın kartımı gösterdim.
Bagaj kontrolü yok. Perona geçerken sebebini öğreniyorum. A-4’e büyükçe yazılmış; X RAY CİHAZLARI ARIZALIDIR.
Perona geçiyorum ve 1. Vagonun başta olacağını bildiğim için ileriye yürümeye çalışıyorum.
Sigaracılar hızlarını alamamış olmalı, perona adım atan yine kümeler oluşturup girişleri tutuyor. Bununla da yetinmeyip tilkiyi deliğinden çıkarmak isteyen kalleş avcılar misali her yer duman ve nikotin kokuyor.
Konya’nın puslu ve kirli havasında sigara dumanına maruz kalmak gerçekten işkence.
Kural Özürlüler
Kalabalığın arasından yürüyorum, dumanın ulaşamayacağı yerde duruyorum.
Sigara dumanından kaçtım ama sigaracılardan kurtulmak mümkün mü? Peronlara bir kaç bank konulmuş, yanlarında ayaklı metal kül tablaları var. İçleri izmarit dolu. Biri 20’li, diğeri 40’lı yaşlarda iki kadın burnumun dibine girecek kadar yaklaşıyor. Bank boş, ben ayaktayım onlar da ayakta. Biri sıkıntılı olmalı, bir derdi var, hareketleri onu gösteriyor. Sigarasını derin derin içine çekip, izmaritini kül tablasının kenarında eziyor. Tütünlerin çoğu ayak ucuma kadar geliyor. Ağzından burnundan çıkan duman bitmeden paketinden bir sigara yakıp, cep telefonuna sarılıyor.
Diğer yanımdaki kadın ondan etkilenmiş olacak ki, çantasından sigarasını, çakmağını çıkarıyor, başını göğsüne kadar eğerek yakıyor.
Anlıyorum ki, sigaralı silahşörlerden kurtuluş yok. Her tiryaki trene binmeden nikotin stoku yapıyor. İki yanımda iki baca. Bir kaç metre uzaklaşıyorum.
Gar girişiyle peron arasında cam bölme var. Bölmenin diğer ucunda da çoğunluk sigaracı.
Evet, anladınız; ben bir sigara düşmanıyım. Sigaradan nefret ediyorum, sigarayı sevmiyorum. Yanımda ve yakınımda içilirse daha çok sevmiyorum.
Yüzümü raylara değil, gar girişine çeviriyorum, tam karşımda asansör kabini var. Düğmelerin bulunduğu mermerin üzerinde bir yazı:
“ENGELLİ ASANSÖRÜDÜR.
BİSİKLET VE MOTOSİKLETLE
BİNMEK YASAKTIR”
Şaka desem, Konyalı böyle şakaları bilmez, bileni de şakayı sevmez.
Yazının ne amaçla yazıldığını düşünürken, asansörün kapısı açıldı, iki genç bisikletleriyle çıktı.
Galiba garın karşısında alt geçit var, istasyonun altından geçiyor olmalı. Başka türlü bisikletliler nereden gelsinler.
Motosiklet de çıkar mı diyerek bakmaya başladım. İki dakika sonra iki genç, bir bisiklet daha çıktı. Daha sonra başka gençler ve başka bisikletler çıktı.
Ben vagona bininceye kadar asansörü kullanan engelli görmedim. Yaşlıları engelli saymazsak, 70’li yaşlarda iki sakallı neşe içinde, tatlı tatlı gülerek asansörden indi.
Motosikletli kimseyi görmedim. Kısmet başka güne inşallah, dedim.
Asansörden bisikletler çıktıkça, Hürriyet gazetesinde çalıştığım yıllarda, Adana Bölge Müdürlüğü’nde bir muhabir arkadaşımın “Asansörde Eşek Var”
başlıklı haberini hatırladım.
Sıkı muhabirdi, meslekten erken ayrılmak zorunda kaldı. Kitapçı oldu, şimdilerde Ankara Koru Kent’te sahaflık yapıyor.
Meraklısı, Sacettin İnce adlı bu arkadaşımın, “Asansörde Eşek Var” adıyla bastırdığı kitabında, asansördeki eşeği ve ilginç haber örneklerini keyifle okuyabilir. Kitap, Aziz Nesin öyküleri tadında. Tek farkı, kurmaca değil, gerçek olmasıdır. O haber ödül de almıştı.
İstasyonda kül tablaları olduğunu belirtmiştim. Tiryakilerin çoğu, izmaritlerini rayların arasına atmayı tercih etti.
İnsanın çirkini, çevreye rahatsızlık veren, çevreyi kirletendir.
O gün Konya Garı’nda çok çirkin yolcu gördüm.
Yine peronlarda, büyük boyutlarda “SARI ÇİZGİYİ GEÇMEYİNİZ” tabelaları gördüm. Arada bir, bu cümle anons edildi.
Buna rağmen, elinde sigara veya cep telefonu, sarı çizginin ötesine geçen “kural özürlüler” eksik olmadı.
Vagonlar Konforlu
Konya Garı’ndan 40 dakikalık rötarla ayrıldık. Rötarın gerekçesi, Marşandiz İstasyonundaki kaza olmalıydı. Anons ettilerse de duymadım.
YHT’nin konforlu vagonuna adım attım. Dumandan ve kural özürlülerden kurtulmanın keyfiyle koltuğuma yerleştim. Kulaklığımı taktım, kitabımı açtım, yolculuğa hazırdım.
Sergey Rahmaninov’un 14 Romance başlarken, tren hareket etti.
Vagonun tavanında asılı ekranda “Bir sonraki istasyon Eryaman” yazılıydı.
Ekrandaki bu yazı, bir sanat yapıtı olan, uzay üssü gibi konuşlandırılan Ankara’nın yeni garına kadar değişmedi. Ekran donmuştu.
Sigara dumanından, kuyruk oluşturma kültüründen uzak kalabalıktan, cep telefonları ile bağıranlardan, gürültüden ve içinden bisiklet çıkan asansörden kurtulmuştum ya, daha ne isterim?
Yarın, Marşandiz’deki enkaz görüntülerini, YHT’ye ilk rötarı yaptıran leylek ailesini, yolcu memnuniyeti için bazı önerilerle, liyakati anlatacağım. Bir de Melih Gökçek’li anı.