Arıların yaklaşık 20 bin farklı türü vardır.
Arılar koku alırlar.
Arılar aralarında iletişim kurarlar.
Arılar toplu halde yaşar ve işbirliği içinde çalışırlar.
Arılar saniyede 250 kez kanat çırpabilirler.
Arılar bir kilogramlık bal için 4 milyondan fazla çiçekten öz toplarlar.
İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir.
Aktif işçi arılar yaklaşık 1.5 ay, erkek arılar 6 ay, kraliçe arı 4 yıl yaşar.
Bir işçi arı yaşadığı süre içinde bir çay kaşığının 12’de biri kadar bal yapar.
Arılar kovandaki bir peteği doldurabilmek için 10 milyondan fazla çiçek nektarı emerler. Bu sürede 40 bin işçi arı, yaklaşık 100 bin kilometre kanat çırpar.
Bir kovanda 90 bin arı vardır.
Arılar yaşlandıkça akıllanır ve meslek hastalığına yakalanırlar.
Arılar hastalandıklarında, bir virüs kaptıklarında yön duygularını yitirir, yuvalarını bulamadıkları için tek başlarına ölürler. Böylece kovandaki diğer arılara hastalık bulaştırmazlar.
Arılar 130 bin farklı bitki türünün çoğalmasını sağlarlar. Arı yoksa meyve de yoktur.
Albert Einstein, ‘’Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır’’ demiştir.
Arılar kendi ürettikleri bal özü, bal, arı sütü, polen ve propolisle beslenirler.
Dolu bir peteğin ağırlığı ortalama 2.5 kilogramdır.
İşçi arılar, beslendiklerinin kat kat fazlasını depolarlar.
Özetle, arılar çalışkandır, üretkendir.
Türkiye’de milyonlar arı gibi; çalışıyor, üretiyor.
Toprağa, dağa, taşa bağlı insanımızın tarımsal üretim kapsamına giren her şeyi, her mevsim, her yıl, olumsuzluklara göğüs gererek ürettiğine yürekten inanalım.
Akdeniz’den Trakya’ya kadar denizin nemini alan bölgeler sera ile dolu. Seradan kalan yerlerde narenciye, zeytin, incir, üzüm, tütün, pamuk, mısır, pancar, yer fıstığı, kanola, ayçiçeği üretiliyor. Bu coğrafyada bağsız dağ yok. Arısız, koyunsuz, keçisiz, sığırsız dağ ve bağ da yok.
İncirin yaşını, kurusunu, zeytinin her çeşidini, zeytinyağının sıkımını, keçiboynuzundan dutuna kadar çeşit çeşit pekmezi Akdeniz, Ege ve Trakya üretiyor.
Göller bölgesinde meyvecilik zirve yapmış. Meyvenin her çeşidi var; cevizden bademe, elmadan kiraza.
Torosların 1500-2 bin rakımlı yaylalarında Ağustos’ta kiraz hasadı yapılıyor. Salep için kardelen yetiştiriliyor.
Taşlı tarlalar, dağ yamaçları ya gül ya lavanta kokuyor. Kırmızının ve morun en güzel tonlarıyla topraklarımızı renklendiriyor.
Karadeniz’in fındığı, çayı, kara yemişi, kestanesi, anzer balı, lahanası, tereyağı, peyniri, Trakya’nın kaşarı, teneke peyniri, üzümü, şarabı, balı nasıl unutulur?
Doğu ve Güneydoğu’nun pamuğu, nohutu, mercimeği, Antep fıstığı, Siirt fıstığı, zeytin, zeytinyağı, biber, isot, salça, kekik kokulu et, bal, gravyer, kaşar, tulum, otlu peynirler, kaymak, sucuk, ceviz marka olmuş.
Denizlerin, göllerin, ırmakların, dalyanların balığı, bozkırların eti, balı, kabağı, ot çeşitleri, hububat, bu ülkenin üretim zenginliğinin bir başka çehresi.
Dağlarda, yaylalarda, ormanlarda binlerce arı kovanı var. Türkiye bal cenneti. Çam balı, kestane balı, çiçek balı, yayla balı, kara kovan balı, narenciye, ayçiçeği, kekik, lavanta ve ıhlamur balları ilk aklıma gelenler.
Dağlarda, yaylalarda, bozkırlarda, sulak alanlarda keçi, koyun, sığır ve manda sürüleri görürsünüz. Ağıllar, ahırlar, besi çiftlikleri her yerde.
Tavukçuluk yıllardır yapılıyor. Bolu, Karabük, Düzce, Kocaeli, Sakarya, Kastamonu’da hindi, ördek çiftlikleri kurulmuş. Kars, Ardahan, Iğdır’da kaz üretimi had safhada.
Mantar toplayanlar da var, mantar üretenler de.
Bunlar bu ülkede oluyor. Üretim rakamlarına bakarsanız gurur duyarsınız.
Gezip gördüğüm yerlerde bir karış toprak boş değil. Meraları, ormanları ve hazine arazilerini söz konusu etmiyorum. Devlet, buralarda da adım atmaya hazırlanıyor.
Ermenek‘ in Güneyyurt beldesinde yürüyerek ulaşılabilen bir tepede, belki bir dönümü ancak bulan bir koyakta nohut ve fasulye yetiştiren bir kadın ne aklımdan çıkıyor, ne gözümün önünden gidiyor.
Sırtında bir çuvalda taşıdığı tohumları, kilometrelerce ötedeki araziye eken, onları yine orada hasat edip temizleyen, 8-10 çuval dolusu ürünü hiç yüksünmeden yine sırtında evine götüren kadını ben gördüm.
50 yaşındaki bu ana, ne yaptığı işten şikayetçi ne hayatından. Özürlü oğlu olmasa dünyanın en mutlu insanı.
Bir film karesinde başlangıç veya final olacak görüntüyü aktaramam. Ama şöyle anlatmaya çalışabilirim:
Keklik gibi seken, elindeki iki taşı küçük kız çocukları gibi havaya atan ve yakalayan, dik bir yoldan arada bir ayak değiştirip hoplaya zıplaya giden, vücudunda bir gram bile yağ olmadığına kanaat getirdiğim bu kadını siz hangi ölçülere göre değerlendireceksiniz.
Alışverişte yorulmaktan yakınılan, eve alınan yiyecekleri taşımaktan şikayet edilen günümüzde, Güneyyurtlu bir ana, hayat dersi veriyor. Benim bir saatte inebileceğim tepeden, 10 dakikada aşağıya ulaşıyor.
Kim üretmiyor? Görmüyorsanız görün, bakmıyorsanız bakın. Bunları yapamıyorsanız, lütfen susun.
Ekonomi hayat bilimidir.
Hayat, karşıtlıklar üzerinden sürer.
Üretim varsa tüketim vardır.
Üretim için alın teri (emek, iş gücü), doğal kaynak (toprak, ağaç, hayvan, bitki, su, güneş vb) ve sermaye gerekir.
Üretim meşakkattir, meşakkatlilidir.
Tüketim kolaydır, gelirinizin veya borçlanma becerinizin olması yeterlidir.
Bu yazı, Türkiye’yi yıllardır adım adım gezen, gördüklerini not eden, insanlarla konuşan ve hikayeler toplayan bir gözlemcinin, ‘’Biz üretmiyoruz. Köyler boşaldı, üretim azaldı. Samana muhtacız’’ diye yakınanlara, ‘’Haksızlık etmeyin. Bu güzel ülkeye bir de bu gözle bakın’’ diyebilmek için kaleme alındı.
Bu yazıda teknolojiden, sanayiden, turizmden, tekstilden, bilişimden, otomotivden, KOBİ’lerden, el sanatlarından, zanaattan bilinçli olarak bahsedilmedi.
Bir kez daha vurgulamak isterim:
Türkiye üretiyor.
Türkiye’de üretim, ‘’Bayırda bağını, evinde sağımı, bahçende arını eksik etme’’ deyimine uygun devam ediyor.
Lütfen yazının girişindeki arıların özelliklerini bir daha okur musunuz.
“Kovandan çıkmayan arı bal yapmaz.’’
Bir sonraki yazıda tüketim ve gelir dağılımı konusunu ele alma niyetiyle.