İşte, Hocamın hikayesi şimdi başlıyor.
İlk gün ikindi sonrası çayın kenarındaki tahta sandalyeli, tahta masanın etrafında başlayan ve sık sık hoşgeldin diyenlerin böldüğü sohbetimiz, hava kararmaya yakın, teravih sonrası buluşmak için verdiğimiz sözle sona erdi.
Hocamla sohbetimiz, köylere, mezralara ve çayın kaynağına gitmediğim her gün teravih sonrası güzel çay demlenen minik kürsülerle çevrili çay ocakları önünde sürdü.
Hocam devlet memurluğuna geç alınmış. 45 yıla yakın imamlık yapmış, medrese mezunu.
Bir sınav açılmış, kadroya girmeye hak kazanmış.
Hocam, ‘’63 yaşındayım. Emekliliğime çok az kaldı. Bu vadiden bir kez çıktım, burası gibi küçük bir yerde askerlik yaptım. Ömrümü burada bitirmek istemiyorum. Allah hesap sorar. Dünya geniş. Bu genişliğin farkına varmadan ölürsem, Allah’ın hesap soracağını biliyorum’’ dedi.
Hocamın konuşması da Kur’an’ı okuduğu makamdan çıkıyormuş gibi tatlı, dalgalı ve yumuşacıktı.
Hocam, ellerimizde demli çay bardakları olduğu halde ve yaz gecelerinin basık havasına rağmen anlattıklarıyla içimizi titretti.
Kendisinden bir hayli küçük olan kız kardeşi, muhtemel 40’lı yaşlarında, doğduğu köyünden bir başka yeri görmemiş.
Bir yakınları, 10-15 kilometre uzaklıktaki bir köye gelin gidecekmiş. Hocamın kız kardeşi de, gelini götürecek düğün sahipleriyle birlikte minibüse binmiş.
İlk kez minibüse biniyor, ilk kez köyünün dışına çıkıyor. Heyecanı minibüsü sarsıyor.
Hocamın sesi burada titremeye başladı. Dalgalı ses, kayalara çarpan suyun çıkardığı sese dönüştü. Cümleye soluk soluğa giriyor, cümlenin sonu önüne çıkan kayalıkları aşamadan yarım kalıyordu.
Her cümle, yükselmek isterken kütlesinden kopan dalgadan bir parçasını soğuk esintisi eşliğinde yanıbaşımıza yığıyordu.
Düğün için yola çıkan minibüsü teröristler durdurmuş, içindekileri kurşuna dizmişler.
Sözün burasında dalgalar havalanıp kayaları aştı. Yumuşacık ses, fırtınalı denizin tekneyi sallamasını anımsatırcasına önce içerilere çekildi, sonra bir anda yukarılara çıktı. Sağa sola yalpa yapa yapa yönünü bulup, esenlik aradı.
Hocam gözyaşlarına hakim olamadı, iri iri gözyaşları tane tane sakalına aktı.
Ağlamaklı devam etti:
Haberi geceyarısı aldık ama cenazeleri sabaha doğru geldi. Teröristlerin pusu kuracağını bildikleri için güvenlik güçleri olay yerine sabah varmış. Kardeşim köyünden başka yer görmedi. En yakınımızdaki köyü görmesi de nasip olmadı. Aklımdan çıkmıyor.
Cenazeyi defnettikten sonra karar verdim; kardeşim başka yeri görmedi ama ben başka yere tayin istedim.
Deniz görmedim, deniz kenarındaki illerimizden birini istedim. Talebim kabul edildi. Ama o ilin denizle hiç ilgisi olmayan bir ilçesine görevlendirildim. Gideceğim yer bizim burdan daha yüksek ve daha küçükmüş.
Varsın olsun, dedim. Ramazan’dan sonra inşallah gideceğim.
Dünya büyük, bir ömrü burada tüketmenin hesabı vardır endişesi taşıyorum. Taşlıkmış, yeşili yokmuş, bakmayacağım artık.
O günden sonra da sohbetimiz devam etti. Her gün daha kalabalık oluyorduk.