İbrahim Yıldırım
Sevgili
Dostlar,
Facebook
ta paylaşacağım bu yazıyı yukarıda ki veciz ifadenin sağlam bir müntesibi ve bu
vecizenin ülkemin Alametifarikası ve tapu senedi olduğu bilincinde sağlam bir
inanca sahip birisi olarak kaleme alıyorum.
Paylaşacağım
bilgilere yorum yaparken, görüş bildirirken din adına akıl ve bilim düşmanlığı
yapmakla, yapılan yanlışlık ve bilim adına din düşmanlığı yapmak arasında
zihniyet olarak fark yoktur. İkisi de ön yargılıdır. İkisi de ilkelliktir.
Gayemiz üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Bilim din düşmanlığı yapmaz, dinde
bilime düşmanlık yapmaz.
İlerde
tanımlayıp ortaya konulacak sorunun çözümü için, en yetkilisinden en
yetkisizine kadar, üzerine düşen görevi yapmalarının gerekliliğini güçlü
şekilde vurgulayıp, bu sorunun çözülebilmesi için mutlaka Türkiye genelinde
hatta İslam dünyası genelinde izan, insaf, vicdan, mesuliyet ve mecburiyet
duygularına hitaben, herkes için paylaşıyorum...
Mayınlarla
döşeli bir alana girdiğimin farkındayım. Bu alana Müslüman bir Türk olarak
ülkem, insanımız ve İslam dünyası adına bu mayınlı alanın temizlenmesi
gerekiyor.
Kuvvetle
muhtemeldir ki bazı bağnazlar ve cahil yobazlar beni aforoz/tekfir
edeceklerdir. Hatta bazıları da son derece edep ve ahlaktan mahrumlarda küfür
edeceklerdir.
Sevgili
dostlar cehalet bilgi eksikliği değildir. Şayet cehalet bilgi eksikliği olsaydı
eksik bilgi tamamlanır, cehalette ortadan kalkar toplumda cehaletten
kurtulurdu. Aslında tam olarak cehalet bilimsel bilgiye, gerçeğe ve hakikate
direnmek, gerçeği ve hakkı kabul etmemektir.
“Cahil olmakla cahil kalmak aynı şey değildir”
Kim ne
derse desin kim beni aforoz ederse etsin bunlara aldırmam. Ben Allah’ımızın
buyruğu olan ve bizi kurtuluşa, özgürlüğe götürecek Salih Amel(yaşama katkıda
bulunarak insanlığa ve varlık için iyilik üretmek ) yapmak isteyen, İslam’ı
veinancını hurafelerden ve batıl inançlardan arındırarak dinin doğallığında
yaşamaya çalışan birisiyim.
Bu
paylaşımıma ve bana küfür edecek kişilikleri bozuk güruha gelince; dilimin
altına bakla koydum, mümkün olduğunca sabrederek baklayı ağzımdan pardon
dilimin altından çıkartmamaya gayret edeceğim inşa Allah.
“Allah
sabredenlerle beraberdir..”
Sevgili
dostlar gelelim insanlık ve Müslümanlar adına çözülmesi gereken SORUNA!
SORUN
şu: Camilerdeki ve minarelerdeki ilkel ses düzenekleri, ezanın okunuşu,
kürsülerden ve hutbelerden bilgi aktarımlarındaki metodik yetersizlikler,
beceriksizlikler ve Sorunun insan ve toplum üzerinde yaptığı tahribat ve
olumsuz etkiler..
Biz bu
paylaşımda üzerinde duracağımız analiz ederek sorunun topluma, ferde olumsuz
etkileri olan ‘camilerdeki ve minarelerdeki ilkel ses düzenekleri, ezanın
okunuşundaki yanlışlığa’ yönelik olacak.
Sorunu
tam olarak tespit edip açık bir biçimde tanımlamadan, sorunun oluşturduğu
olumsuzlukları saptamadan önerilecek her çözüm başarısızlıkla sonuçlanır.
Mesleğim ve akademik eğitimim, iş hayatımdaki tecrübe birikimim gereği bu
metodik yaklaşıma az da olsa vakıf olduğumdan sorunun tanımlanmasında ve
çözümünde bildiklerimi paylaşmak ihtiyacı hatta zorunluluk hissettim ülkemiz ve
insanımızın ve Müslümanların geleceği açısından.
Bazen çok
iyi niyetle yapılan bir uygulama bir yanlış davranış tek bir sorun gibi gözükse
de zamanla sorunlar yumağı haline gelerek içinden çıkılamayacak duruma düşülür.
Yumaktaki her bir sorunun oluşturacağı olumsuzluklar toplumu ve ferdi kötü
yönde etkiler.
Maşallah
bizim Karaman’da çok cami var(içinde
ibadet edecek insan yok Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi) hele
merkezde(yaklaşık 20 adetten fazla sadece merkezde) camiler arasında ki
uzaklıklar abartmıyorum 50-100 metre aralığında. Her bir minaredeen az 4 bazılarında 6 hatta 8
adet, çok şerefeli minarelerde daha fazla dünyanın en ilkel teneke hoparlörleri
bağlı. Üstelik Radyo yayını üzerinden merkezi noktadan okunuyor ve her caminin
minarelerinden sinyaller bir birlerini bozarak insanların beynini irrite ederek
şehre yayılıyor anlamını ve amacını yitirmiş ezanlar.
Düşünebiliyor
musunuz böyle ilkel bir düzenekten çıkan ses seviyesi/db (desibel) oldukça
yüksek ve bozuk seslerin insan beyninde yapabileceği ve yaptığı
tahribatı?(merkezden okunmadığı zaman çok daha felaket gürültü kirliliği)
Bu
sorun sadece Karamana özgü değil Türkiye genelinde beş aşağı beş yukarı
aynı.Hatta İslam dünyasında.
Medyada ve TV’lerde bazı insanların ezana
karşı oldukları için müezzine veya cami imamlarına tepki gösterdikleri hatta saldırdıkları
haberlerini duyarız. Bu insanların çoğunluğu denilebilir ki %98 ezana karşı
değil tepkileri yüksek sesten irrite olan beynin ya kaç ya da saldır komutunun
sonucudur. Zira yüksek ses ve gürültü bir stres etkenidir savaşı veya kaçış
tepkisini tetikler. Bu bilim dünyasının ortaya çıkardığı bilimsel gerçektir.
Periyodik
bir şekilde yüksek sese maruz kalmak sinirlere zarar veriyor. Alman ve Japon
bilimcilerin beyindeki faaliyetleri izleyerek yaptıkları ölçümlerde bu şekilde
yüksek ve bozuk seslerin kişide işlev noksanlıkları yaptığı tespit edildi. Yine
son zamanlarda yapılan bilimselçalışmalar sağlıklı filtre edilmemiş
senkronizasyonu sağlanmamış ilkel ses düzeneklerinden çıkan yüksek ses TEPKİ SÜRESİ İşitsel refleksin tepki süresi
bir saniyeden çok daha kısa, bu yüzden
şiddetli sesler orta kulaktan koruyucu mekanizmayı uyarmadan geçerek
beyine hızla ulaşıyor.Alt beynimiz bütün canlılarda yaşamı idame ettirir, inip
çıkan pik yapan ses şiddeti alt beyni irrite ettiğinden beyin, bir tehlike
varmış gibi algılarlar kişiye yakaç ya da, saldır komutu verir. Kişide bunu
istemsiz refleks olarak yapar. İlerde bu ses düzeneklerinin daha ne
felaketlere sebep olduğunu ve olabileceğini bilimsel bilgilere dayalı
sayacağız.
Sonuç
olarak işitmeye zarar veren şey ortalama ses düzeyi değil sesin zirve yaptığı
sürekli inip çıkan pik noktalardır. Doğal olarak çok ve ani gürültülü
mekânlarda sıradan bir ses ölçüm aletiyle kaydedilemeyen ses dorukları çok
fazla enerjiyle yüklüdür.Minarelerdeki ve camilerdeki ses düzenekleri tamda bu
zararlı ve ilkel özelliklerde olup hem beyne zarar vermekte hem, de işitme
kaybına neden olmaktadır.
Her gün beş kez periyodik tekrarlanan bu ilkel
ses düzeneğinden çıkak yüksek seszamanla toplumu oluşturan insanlarda zihnî ve
fizikî yorgunluk oluşturur. Bu şartlar
devam ettikçe korku ve dehşet ortamı içinde zihni ve fiziki yoğunluktan dolayı
bozunum daha da artar. Böylece bireysel ve toplumsal şizofreni her geçen gün
artarak çoğalır. Hatta bir iki nesil sonradüşüncelerdeki bozulma sonucunda insanlar
alt beyin ağırlıklı yaşamlarını sürdürür olurlar. Bu tür yanlışları anlatsan,
bilimsel izah etsen de; araştırarak elde edilen bilgiler yerine kendilerine
telkin edilip belletilenleri “ezeli ve ebedi gerçek” gibi kabullenir.
Düşünce
bozunumuna uğramış, alt beyin ağırlıklı yaşayankişi şiddete her daim meyilli
olur. En ufak bir tartışmada dahi çocuğunun gözleri önünde eşini bağırta
bağırta keser. Toplum da bu iğrenç olayı seyreder, hatta kayda alarak sosyal
medyada yayınlar. Bu tür insanları ve de hiçbir şey yapmaksızın duranı,
seyredeni kayda alıp sosyal medyada yayınlayanları Yüce Yaratıcı şöyle
tanımlıyor: BELHUM ADAL-Hayvandan da aşağı.
BELHUM
ADAL olanlar artık dünyalarını yaşamlarını iki noktaya sıkıştırır. Böylelerinin
içinde çaresiz yaşamak zorunda olanlarda olaylara bakarak RABBIM NE OLACAKBİZİM
HALIMIZ??Ne olacak bu milletin hali diye sorar. Yine bu sorunun yanıtı içten
doğar derki : Sıkışmış dünyamız bizim / Mide-Apış arasına / Cennette kurduğum
düşüm / yine aynı yine aynı / Sevmeye
huri İsterim / Yemeye nimet isterim/ Başka bir b... tanımam/bilmem/ İşte
meydanda halımız / Ne dünyada ne ukbada / Hep zararda yok karımız. NOKTA!
Devam Edecek